Erdoğan’ın sokağa çağırdığı, kent sokaklarında tekbirler
eşliğinde gövde gösterisi yapan, ellerine geçirdikleri gencecik
erleri (“rütbesiz asker” diye de anılan erlerden söz ediyorum)
vahşice kırbaçlayan, tekmeleyen, linç etmeye çabalayan
kalabalıklardan söz ediyorum. Meslek gereği sokaklarda da dolaşmak,
gözlemek, gözlemlemek zorundayız. Siz de aynı fırsatı bulursanız bu
ürkütücü kalabalıkların nerelere, nelere yönelebileceğini kolayca
sezersiniz. İlk gece darbeyi önleyecek bir kitlesel tepki
oluşturmak amacıyla “Sokaklara çıkın, havalimanlarına gidin, kent
meydanlarında toplanın” çağrısı yapan Tayyip Erdoğan’ı anlamak
mümkün. Ancak bu yandaş kitlelerini sürekli sokakta tutmuk için
çağrı üstüne çağrı yapan Tayyip Erdoğan’a hak vermek herhalde
mümkün değil.
Darbe gecesinden bu yana kent sokak ve meydanlarında tanık
olduğumuz gövde gösterilerinde darbelere karşı demokrasiyi savunan
“yurttaş”lar değil, tekbirler getirerek, AKP’nin, hatta AKP’nin
bile değil sadece Tayyip Erdoğan’ın tek adam diktatörlüğüne
dörtnala gitmekte olan iktidarını savunan bir siyasal tercih
tartışma götürmez bir açıklıkla kendini gösteriyor.
Dikkatli bir göz kolayca fark eder. Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın,
bakanların, Diyanet İşleri Başkanı’nın çağrısı üstüne sokaklara
koşan, meydanlarda toplananlar milyonluk bir kitle değil, sayıları
ancak binlerle ölçülen kalabalıklar. Onları “AKP seçmeni” olarak
değil “Cihatçı özlemler besleyen AKP militanları” olarak tanımlamak
daha doğru.
Biz benzer kalabalıkları 1978’de Kahramanmaraş’ta Alevi evlerini
basıp kafa keserken, 1993’te Sivas’ta Madımak’tan yükselen
alevlerin ışığında naralar atarken, 1955’in 6-7 Eylül günlerinde
İstanbul sokaklarında gayrimüslim avına çıkıp yakaladıkları papazı
sünnet edecek kadar vahşete batmışken gördük.
Ancak aynı yığınları, önlenen darbe girişimi gecesinde Boğaz
Köprüsü üstünde boğaz keserken de gördük. Zavallı erin suçu
komutanının buyruğuna uymaktan ibaretti ve vahşice öldürüldü...