Cumhurbaşkanı yine inciler saçtı. Sağlık Bilimleri Üniversitesi
fahri doktora töreninde konuştu. Fahri doktora törenlerine katılıp
sağlıktan da, bilimden de söz etmeksizin Türkiye’nin, hatta
Ortadoğu’nun hemen bütün sorunlarını, üstüne görüşlerini uzun uzun
anlatan bir cumhurbaşkanı daha önce sanırım görülmemiştir.
Anlaşılan muhtarları bulamayınca “Bari fahri
doktora verilenlerin törenine gideyim,
oradakonuşayım” demiş. Eh konuşmadan gün geçirmemeye yeminli
biri için bu da iyi bir bahane...
Bana gelince...
Gözaltındaki tembellik günleri biter bitmez gazete yazıişlerinde
aşırı yoğun bir çalışmanın göbeğine düştüm. “Abi” dediler ama
acımadılar, işe koştular. Buna bir de gün boyu telefona yağan ve
yürek ısıtan “Geçmiş olsun” dileklerini ekleyin. O yüzden
cumhurumun başkanının o her satırı ilgi çeken ama uzun mu uzun
konuşmasının tümünü buraya aktaramam.
Ama Avrupa’dan yükselen eleştirilere karşı verdiği cevabı da
atlayamam. Şöyle dedi:
“Bana diktatör miktatör demişler hiç umurumda değil; bir
kulağımdan girer, ötekinden çıkar!”
Bir kulağından girdiği belli. Keşki öteki kulağını tıkasaydı da o
eleştiriler çıkıp gitmeseydi. Çünkü o eleştiriler demokrasinin
doğup büyüdüğü topraklardan geliyor.
Batı’nın gözü kapalı hayranlarından değilim. 12 Eylül faşizminin
ülkemizde kol gezdiği günlerde “büyük ekonomik pazarları”
Türkiye’ye bir türlü ciddi bir tavır alamadıkları günlerin dolaysız
tanığıyım. Ama Avrupa benim için “ulusötesi şirketlerin”
çıkarlarına öncelik tanıyan siyaset cambazları anlamına gelmiyor.
Avrupa denince ben o toprakların çocuğu Karl
Marx’ı anlarım; hınzır zekâsıyla Bertold
Brecht’i anlarım; sivri diliyle taçlanan siyasal mizahın
ustası, özgürlük ve demokrasi savunucusu Kurt
Tucholsky’i anlarım...