İnanmayacaksınız ama tam 80 dakikadır bilgisayarın ekranına
bakıyorum. Üstünde tek bir harf bulunmayan ekran da ister istemez
bana bakıyor.
Gazete yazıcılığında ara sıra böyle olur. Sebepsiz bir kabızlık
gazeteciyi sarmalar ve yazı çıkmaz.
Ancak bugün öyle değil. Siz bu yazıyı pazartesi okuyacaksınız. Biz
Cumhuriyet davası sanıkları ise pazartesi günü ağır ceza
yargıçlarının karşısına dikileceğiz. İki gün üst üste duruşma
var.
Aklım fikrim o duruşmada. Bugün yazmam gereken Tırmık’ı kotarmam
için konular kafada uçuşuyor ama yine de ekran bomboş ve seksen
(yok, seksen beş olmuş) dakikadır ben ona, o bana bakıyor.
Oysa lüks otelleri kıskandıracak hastanelerin şatafatı ile kamu
hastanelerinin yürekler acısı sefaleti üstüne bir yazı yazıp tıbbın
ticarileşmesini, sağlık hizmetini bir kâr aracına dönüştüren
zihniyetin ahlaksızlığını tırmıklayacaktım. Şehir hastaneleri adı
konan AKP projesinin aslında kapitalizm için yeni bir yatırım alanı
açmak, yurttaşın sağlığını para karşılığı ve yurttaşın parası kadar
korumayı yeğlemiş bir “devlet anlayışı”nı
yansıttığını yazacaktım.
Olmuyor ama.
Aklım fikrim bu pazartesi ve salı günleri yapılacak Cumhuriyet
duruşmalarında...
Tıbbın ticarileşmesi, sağlık hizmetlerinin parası olana ve
parasının yettiği kadar sunulması konusu bir başka güne kalacak
besbelli.
Tıpkı eğitimin ticarileşmesinin de bir başka güne kalabileceği
gibi. Hani her ilde üniversite açmak gibi saçma sapan bir hedef
koyup, yardımcı doçentlerden “kurucu dekan” atayıp, akarbant misali
çalışan üniversitelerden ha bire işsiz genç yaratan bir rezil
sistemden söz ediyorum.
Vakıf üniversitesi adı altında eğitimi an...