Olup biteni uzun ve ayrıntılı aktarıp okuma
lezzeti uyandırmaktan uzak
bir Tırmık yazmaya
niyetim yok. Zaten “Olup biten” dediğim gözlerimizin
önünde olup bitiyor, akıp gidiyor.
Türkiye 1959’da Avrupa Birliği’nin öncülü AET
(Avrupa Ekonomik Topluluğu) ile ortaklık sözleşmesi imzaladı ve 58
yıllık AB serüveni başladı. 1987 yılında tam üyelik için başvurduk.
1999 yılında AB Türkiye’yi “aday üye”olarak kabul etti.
2005’te de tam
üyelik müzakereleri
başladı.
2005’te artık AKP iktidardaydı
ve Tayyip
Erdoğan tam üyelik müzakerelerinin
başlamasını “siyasal bir zafer” olarak
tanımladı.
Ancak müzakereler bir türlü sonuçlanmadı.
Erdoğan ve takımı bunu gitgide hırçınlaşan bir üslupla “AB
bizi almak istemiyor... AB bir
Hıristiyan kulübüdür...AB bizi oyalıyor... AB ipe
un seriyor” diye niteledi ve
eleştirdi.
AB kanadı ise Türkiye’nin ev ödevlerini bir
türlü yerine getirmediğini, yasalarında AB üyeliği için zorunlu
olan düzenlemeleri yapmadığını, bunlar yapılmadan da tam üyeliğin
mümkün olmadığını ileri sürdü.
“Peki, kim haklıydı ve kim haklı”
sorusuna cevap aramak bu yazının konusu
değil.