Başlığı ben koymadım. Bir meslektaş söyledi, yanımda yöremdeki
meslektaşlar kafa sallayıp hak verdiler...
Çok farklı ideolojik ve siyasal tercihlerden gazetecilerin bir
araya geldiği geniş katılımlı bir toplantıdaydım. Hemen herkes AKP
iktidarının medyaya yönelik sınır ve hukuk tanımayan saldırısından
nasiplenmiş gazetecilerdi.
Toplantının tek gündemi vardı: Basın özgürlüğünü korumak için
ne yapılabilir, ne yapabiliriz?
Ancak konu ister istemez Can
Dündar ve Erdem
Gül arkadaşlarımızın gülünç(Başka,
daha uygun bir sözcük bulamadım. Zaten bulduklarım suç içeriyordu.
O yüzden: Gülünç) bir yargı sürecinin ardından
tutuklanıp Silivri Hapishanesi’ne“tıkılmaları” üstünden
yürümeye başladı ve...
Ve haber masanın üstüne düştü: Tahir Elçi
öldürüldü.
Tahir’i bencileyin yakından tanıyan ya da az tanıyan ya da hiç
tanımayan herkes ürperdi ve sustu.
Yıllar öncesinden kalma, Tahir’den bir cümle belleğimin
derinliklerinden çıkıp dönmeye başladı:
Aydın kardeşim, insan haklarını savunmak her
zaman, her yerde zordur. Ama bizim burda Kürdistan’da, hele hele
Diyarbakır’da insan haklarını savunmak kelleyi
koltuğa almak demektir...
Kelleyi koltuğa alıp insan haklarını ve insan haklarının temel
güvencesi “hukuk”u savunan Tahir Elçi
koltuğuna aldığı “kellesi”nden vurulup
öldürüldü...
Bu yazı yazılırken bilgi bundan ibaret.
Evet, enseden tek kurşun o uğursuz ve kanlı 90’lı
yıllardaki Hizbullah cinayetlerinidolaysız çağrıştırıyor. O
dönemin DYP Batman il başkanının bir otel lobisinde gazeteci
olduğumu öğrendiği ama hangi gazeteden olduğumu bile merak etmeden
öttüğü, “şecaat arz ederken sirkatin söylediği” cümleyle
söylersem, “Bizim burda tugayda eğitim görmüş çocuklar
PKK’lilere göz açtırmaz. Açanı enseden tek kurşunla...” deyip
sırıttığı cümlede ifadesini bulan Hizbullah
cinayetlerini...
Tamam, daha fazla bilgi yok. Ancak bizim Hikmet
Çetinkaya’nın yazısında okuyacaksınız, “usta işi bir
cinayet” bu.