On bir gün izin yaptım.
“Aaa, hiç fark edilmedi” diyenleriniz
olacak.
Haklılar. Zaten onu anlatacağım…
19 aydır (yazıyla on dokuz aydır) izin
yapmadım. Artık hapiste hiçbir Cumhuriyet amelesi kalmadığını
düşünüp yazıişleri elebaşılarının karşısına çıktım.
- Biliyorsunuz, ben on dokuz aydır
izin yapmadan…
Cümleyi ağzıma tıkadılar:
- Yeme bizi ağabey. Bazı hafta sonları
iki gün gazeteye gelmediğini unutuyorsun galiba.
Ayrıca geçen yaz tam beş gün Kaş
- Demre kıyılarında mavi
mavi…
Bu çatal dillilere laf yetiştiremem. Ama
yılmadım:
- Yaşlı ve yorgun bir ağabeyiniz
olarak hem bedensel, hem beyinsel…
Anında o cümleyi de bitirtmediler:
- Tabii abi haklısın. Bir hafta, hatta
istersen on gün izin yap sen.
Oysa ben cümlemi tamamlayabilseydim bir ay,
hatta meslek kıdemi gereği bir buçuk ay izinden kapıyı
açacaktım…
Dedim a, laf ağzıma tıkandı. Tıkanmakla kalmadı
devam ettiler:
- Sen izin deyince Marmara Adası’na
gidersin. Tamam abi git tabii. Nasıl olsa orada
internet bağlantısı var. Hem tatil yaparsın, hem de
yazıları zahmetsiz yollarsın…
Ve ben gidiş geliş dahil 11 gün
izin(!) yaptım.
***
Eskiden… Eskiden dediğim, çok da eskiden
değil. Yani AKP Reisi’nin yolladığı MİT TIR’larının cihatçı
teröristlere silah ve cephane taşıdığını belgeleyerek yayımladığı
için Cumhuriyet’in tepesine polisiyle, savcısıyla,
yargıcıyla, Reis medyasıyla, siyasetçisi ile çullanılmadan
önce…
O dönemlerde biz izin yapardık. İzin sırasında
tatil yapardık. Tatil derken gazete görmeden, cep telefonunu
kapatarak, bilgisayarın kapağını açmadan, yani tatil gibi tatil
yapardık.
Ayrıca izin dışında Marmara Adası’na tüydüğüm
de çok oldu. Yazıları oradan yolladım. Kimi okurlar “Bize ne
senin Ada izlenimlerinden” diye homurdansa da bazı
okurların da keyif aldıkları Ada’da yaşam dilimcikleri aktardığım
oldu.
***
Bu defa da olabilirdi.
Seçimin hemen ardından Ada’ya ayak basar basmaz
kırlangıçlar karınları denize değer gibi uçup haberi
verdiler:
- Yağmur geliyor yağmur…
Geldi. Güzel geldi. Fırtınaydı, tufandı. Öyle
yaz yağmuru gibi gelip geçici değil, yağdıkça yağdı. Gökten
mutluluklar indirdi.
Öyle kentteki gibi betona, asfalta değil
toprağa, katırtırnaklarına, hatmilere, çınara, zerdaliye, asmalara,
akasyaya, incire, yeni dikilmiş biber, domates fidelerine
yağdı…
Ne zamandır yağmurda ıslanmamıştım. Islandım.
Mutluluğum arttı.
Oturup bu mutluluğu okurla paylaşmak, keyifli
bir Tırmık yazmak vardı.
Yazmadım.
Balık yasağında çınarların altında okeye dönen
balıkçıları anlatmak vardı.
Yazmadım.
Çınarın dalına konup bana “Nerde
kaldın be” dercesine bakan biricik arkadaşım
hırsız saksağan’dan söz etmek vardı.
Yazmadım…
***