Dün, Hrant Dink cinayetinin kaçıncı olduğunu unuttuğum ve
saymaktan da vazgeçtiğim duruşmalarından biri vardı. Davaya bakan
İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi cinayeti aydınlatmamak, ille de
aydınlatılacaksa “Bari bunu yapan ben olmayayım” hesabı ile bir
duruşmayı daha geçiştirdi. Cinayetin sorumluluğunu Trabzon
varoşlarından, ruhsal dengeleri epey bozuk, bilinçleri tıka basa
milliyetçilik mikrobu ile doldurulmuş, işsiz güçsüz, hünersiz beş
altı gençle sınırlamakta becerebildiği kadar kararlı olduğunu bir
kez daha gösterdi. Yüksek rütbeli polis şeflerini, Trabzon jandarma
komutanının marifetlerini aynı dava dosyasında toplama ve örgüt
bağının ortaya çıkarılması taleplerini bir kere daha reddetti.
Bir sonraki duruşmayı da 3 Eylül’e erteledi. 3 Eylül’e. Yani 128
gün sonraya...
Öyle ya, kimin ne acelesi var ki?
***
Taaa cinayet gününden beri bu cinayeti örtmek, olmadı zamana
yaymak, ama asla çözmemek, çözdürmemek için kolları sıvamışların
hesaplayamadıkları bir etken var: Hrant’ın arkadaşları...
Bir avuç -sahiden bir avuçerkek ve kadından söz ediyorum. Tek tek
öne çıkmamak için (korktuklarından değil, “Hrant’ı kullanıyorlar”
diyebilecek kimi tıynetsizlerin zehirli dillerine yem vermemek
için) “Hrant’ın arkadaşları” şemsiyesinin altında bir araya gelmiş
bir avuç erkek ve kadından...
O uğursuz 19 Ocak’tan bu yana, tam sekiz yıldır yaz kış, yağmur
güneş, toz çamur her duruşmada mahkeme binasının önünde bir araya
gelen, kimi zaman sayıları yüzlere ulaşan, ama kimi zaman da
sahiden bir avuç kalan kadın ve erkekler sekiz yıldır bıkıp
usanmadan tekrarlıyorlar: Hrant için, adalet için... Biz bitti
demeden bu dava bitmez... Buradayız ahparik...