Sakin başlamış, sakin biteceğe benzeyen bir gündü. Yaz günü gün
uzun sürer ya, biz de daha akşam karanlığı çökmeden gazeteyi gece
sorumlusu takıma devredip, devretmekte biraz da acele edip paydos
etmiştik.
Bir arkadaş evinde, iki yaşlı yaz bekârı kendimize salata
hazırlamış, birkaç çeşit peynir ve iyice soğutulmuş beyaz şarap
eşliğinde bir yaz gecesi keyfine başlamış, hatta şaraptan birer
yudum da içmiştik ki lânet olası cep telefon öttü:
-Abi, Boğaziçi köprüsünde tuhaf bir hareketlilik var. Askerler
köprünün bir yönünü kapattı. Öbür yön serbest.
“Askerler” denmese yerimden bile kımıldamazdım. “Askerler” dendi,
yerimden kımıldadım; ilk bulduğum taksiye atlayıp Cumhuriyet’in
yolunu tuttum. Yolda taksinin radyosu ne olduğu anlaşılmayan bir
önemli haberi, ne olduğunu anlatamadan laf gevelemekteyken cep
telefonu yine öttü.
-Abi Ankara’da jetler alçak uçuşa geçti. Camlar bile patlayacak
gibi sarsılıyor. Meclis civarında uçan helikopterler de var…
Ne diyeyim? Üç darbe yaşamış bir gazeteciysen “Neden, nasıl, ne
oluyor” diye sormazsın. Ama taksinin meraklı şoförü sordu
-Ne oluyor abi?
-Darbe oluyor darbe…
*** Sonra meslek açısından aşırı
yorucu, aşırı gergin ve bitmek bilmeyen bir gece başladı.
Gazetenin yazıişleri takımıyla, Ankara bürosundan haber aktaran
arkadaşların telefonuna yansıyan ses duvarını aşmış jet gümbürtüsü
eşliğinde hiç de uzun sürmeyen bir toplantı yaptık. Ertesi sabah
yayımlanacak Cumhuriyet’in ana manşetini saptadık:
“Çözüm demokrasi”