-Sakin
ol...
-Sakinim.
-Değilsin. Cuma akşamı ve gecesi seni
gözledim. Gözlerinden fışkıran öfke beni
ürküttü.
-Geçti ama. Sakinim
ben.
-Sanmıyorum. Seni tanırım. Sulu gözlü
değilsin sen. Ama seni ağlarken... Seni akşam ve gece boyunca
birkaç kez ağlarken gördüm...
-Ne var
bunda? Öfkem gözyaşına
dönüştü. O kadar
işte...
-Peki, peki. Ama artık sakin
ol.
-Sakinim.
-Şey... Yazı... Tırmık yazabilecek misin?
Bugün yazı günün de...
-Tabii yazacağım. Bir hafta boyunca yazamadım.
Vakit yoktu. Tabii yazacağım. Avuçlarım kaşınıyor zaten
desem...
-Suç işlemeden... Bir savcının, bir ödlek
siyaset esnafının yazdıklarında suç bulup üstüne, üstünüze
çullanmayacağı bir Tırmık yazabilecek
misin?
-Yazarım,
yazarım...
-Haydi öyleyse. Başla...
***
Zor bir
haftaydı.
Hayır, işlemeyen klima aygıtı
yüzünden Adalet Sarayı’na
değil “Adalet
Hamamı”na dönmüş bir binada işlemeyen mikrofon ve
hoparlörler yüzünden zor değil...
Zorluk, saçma sapan bir iddianameyi aklın
terazisine vurup cevaplamaktı.
Başardık. İyi
başardık.
Savcının ne bulduysa, eline ne geçtiyse bir
araya getirip oluşturduğu 355 sayfalık iddianame ve 30-40 kalın
klasöre ulaşan eklerini, tarihin ve hukukun çöp sepetine yolladık.
İçeriden ve dışarıdan savcının yardımına
koşan “muhbir-tanıklar”ın
yalanlarını da, zırvalarını da bir bir
çürüttük.
Tek tek hepimizin söylediklerini sayamam. Gerek
de yok.
Ama İcra Kurulu
Başkanımız Akın Atalay’ın
iddianameyi didiklemesini, Yayın
Yönetmenimiz Murat Sabuncu’nun
gazetecilik, kadim
avukatlarımızdan Fikret İlkiz’in
hukuk dersini soluklarını tutarak izleyen mahkeme heyetine dikkat
çekmeden geçmemeliyim...
Beşinci günün sonunda karar anına geldik.
Bir “ara-karar”dı. Ancak bizim için
nihai karardan çok daha önemliydi.
Almanya ve AB ile papaz olan AKP
Reis’inin “Eyyy Almanya, ey Avrupa Birliği!..
Bizde yargı bağımsızdır diyorsunuz. Bizim, Türkiye’nin yargısı çok
daha bağımsızdır” diye kostaklanışı ha bire
kulaklarımızda çınlarken mahkemenin ara kararını
dinledik.