Savaşın içine girdik. Öncü birlikler
İdlib’de. Asıl birlikler ise sınırda emir beklemekte...
Reis saklamaya bile gerek duymadan satır
aralarında ilan ediyor: İdlib’den sonra sıra Afrin bölgesinde. Yani
İdlib’de IŞİD tepelenecek, sonra Afrin’de Kürtler...
Bu savaş değilse nedir?
Hatırlayın. Türkiye’nin asker yollayıp savaşa
girmesi değil, ABD askerlerinin Türkiye üstünden Irak’a gitmesi söz
konusu olduğunda bile bu ülkenin savaş karşıtları, barışçıları yeri
göğe katmışlar, yeri göğü “Irak’ta savaşa hayır” diye
çınlatmışlardı.
Şimdi fısıltıyla bile olsa “Suriye’de,
Ortadoğu’da savaşa hayır” itirazını duyan var
mı?
Peki neden?
***
Bir okurdan e-posta:
“Engin Bey, gazetemizin
tepesine yerleştirdiniz, durmadan yayınlıyorsunuz:
‘Bir Cumhuriyetimiz var, Cumhuriyet okuyun, Cumhuriyet okutun’
diyorsunuz. Anlıyoruz, biliyoruz. Ancak bir kamu
görevlisi için (Ben belediyede memurum) gazete
bayiinden Cumhuriyet alıp cebine yerleştirip, çay
bahçesinde gazetesini açıp okumanın tehlikelerini de
bilmiyorsunuz. Benim gibi yaşını başını almış bir
memurun işsiz kalması, sürülmesi, amirleri tarafından
itilip kakılması ihtimalini hiç düşünüyor musunuz?
Niyetim sizi suçlamak değil, gerçekleri size
duyurmak...”
Vay be! Döndük mü neredeyse iç savaş
koşullarında yaşadığımız 70’li yıllara!..
Bu mektubu yazan kamu görevlisinin korkusunu,
kaygısını yok etmenin bir yolu var mı?
***
Yıllar önce haksız yere tutuklanan bir
profesör için düzenlenen imza eylemine katılmış, imzasını koymuş
bir akademisyenin Google’da, bilmem ne gazetesinin internet
sitesinde o imzacılar listesine ulaşılabildiğini fark edip, kendi
adının da orada bulunduğunu görüp yaşadığı paniğe, adının geçtiği o
listeyi sildirmek için nafile çabasına ben tanığım.
Ne yani, “O gün imza koyup bugün
imzasını çekmek için, silmek için çabalayan ödlek
demokrat” diye onu suçlayacak mıyız?
İşsiz kalmış genç bir akademisyenin cehennemini
mi savunacağız?
***