İstanbul’a kar yağarken yattık.
Yatmaya yakın bilgiç bilgiç tartıştık: “Tutar bu, çok yağıyor çünkü... I-ıh tutmaz. Altı ıslak”.
Bir uyandık ki Ahmed Arif konuşuyor: “...Memleketim kar altındadır”.
Dört bir yan kar kesmiş; doğanın ak örtüsü göz tırmalayan, kul yapısı çirkinlikleri örtmüş. Hele bencileyin bir Ege çocuğu için alışılmadık güzellikler taşıyor kar...
Sevinir değil mi kişi?
Peki, içindeki bu keder, bu öfke ne?
Sıcak bir apartman dairesinde, korunaklı bir camın ardından ağaçları, bahçeleri, oynaşan köpekleri, hiç otomobil geçmeyen yolu seyrederken içinde biriken “eksiklenme” duygusu da ne?
Üşüyen, çok üşüyen bir Suriyeli çocuk görüntüsü niye gözünün önünden gitmiyor?
Sadece Suriyeli çocuklar üşümez. Bunu elbette biliyorsun. Ama yine de sabahtan beri, hep bir çocuk, Suriyeli bir çocuk gözünün önünde ve kar seni sevindiremiyor...
Ucuz popülizm mi bu? Sıcak odadan vıcık vıcık bir yoksulluk edebiyatı mı?
Tut ki öyle.
Yine de o üşüyen, çok üşüyen Suriyeli çocuk durmaksızın gözümün önünde...
***
45 gündür durulmuşa benzeyen KHK saldırısı da kar fırtınasını bekliyormuş. Art arda üç kanun hükmünde kararname (KHK) yayımlandı. Doymak bilmeyen “iktidar canavarı” binlerce kişiyi, Barış Bildirisi’ne imza koymuş akademisyenler başta, polis memurlarını, askerleri karakışın ortasında işsiz, aşsız, geleceksiz bırakıverdi.
Siyasal kıyım bir kez daha dörtnala kalktı...
15 Temmuz’dan bu yana neredeyse altı ay geçti. Darbeye fiilen katılıp suç işleyenlerle sınırlı olması gereken hukuki süreç çoktan yalama oldu ve FETÖ’cülerle ve FETÖ’cülükle sınırlı olduğu ilan edilen soruşturmalar, AKP’ye muhalif olan, Tayyip Erdoğan’a biat etmeyen, iktidara boyun eğmeyen herkesi düşman gören bir intikam operasyonuna dönüştü...