İyi oldu. Deniz Yücel özgürlüğüne kavuştu.
İyi de yüce yargı erkimizin tutuklu yargılanmalarına hükmettiği
daha pekçok Deniz Yücel var. Üstelik otomatiğe bağlanmış bir
“tutuklu yargılama” bu.
Ezberledik. “Dosyadaki delil durumu, sanıkların delilleri karatma
ihtimalinin var oluşu, kaçma tehlikesi....” diye başlayan kalıp bir
cümle var. Duruşma savcıları bu cümleleri ezberlemiş; her
duruşmanın sonunda verdikleri “ara mütalaa”da tekrarlıyorlar.
Bir sanık, bir avukat kalkıp “Ey duruşma savcısı, şu dosyada var
olduğunu iddia ettiğin tutuklanmaya neden olacak delilleri bir
sayıp döksene... Ey duruşma savcısı, delil diye dosyaya koydukların
yazılmış, çizilmiş, yayımlanmış yazılar, görüşler falan filan.
Tutukluluğu kalktığı takdirde hangi sanık, hangi delilleri ne
yaparak ve nasıl karartabilir, bir anlatsan da anlasak... Ey
duruşma savcısı, kaçma tehlikesi bulunduğundan demektesin, bu
bilgiyi nereden çıkardın, bize de söylesen de bilsek” dediğinde
sanığın da, avukatın da karşısında yıkılmaz bir suskunluk duvarı
yükseliyor...
Oysa o savcı da, savcının söylediklerini ciddiyle alıp “Tutukluluk
halinin devamına...” diye başlayan bir ara karar dillendiren
yargıçlar da hukuk fakültesinin ilk sınıflarında şu evrensel hukuk
ilkesini okudular:
Müddei iddiasını ispat ile mükelleftir...
Genç kuşaklar için arı dilde söylersek: İddia sahibi iddiasını
kanıtlamakla yükümlüdür...
Tamam yükümlü ama diliyle söylemese bile fiiliyle “Yükümlüğümü
yerine getirmiyorum işte. Var mı bir diyeceğin” diye efelenen bir
savcı ve onun isteklerini makul ve münasip bulan bir yargıçlar
kurulu karşısında sanık ya da sanıklar ne yapabilir?
Sakın k...