Bakın pazarlığı baştan yapalım. Başlıktan belli, bu ciddi bir
köşe yazısı değil. Becerebilirsem gülümseten bir
Tırmık...
Şimdi tutup “Ülke kan gölüne dönmüş. Gelecek günler daha da
kötü olacakbesbelli... Gazetenizin baş kaptanı ile Ankara
kaptanı içeride tek başlarına volta
atıyorlar... Tahir Elçi gibi bir
barış güvercinini de Hrant’ın yanına
yolladılar...Kandil’den, HDP’ye ‘Biz özyönetim mücadelesini
yükseltmesek yüzde 5 bile alamazlardı’ diye akıldışı, mantık
fukarası eleştiriler yükseltiliyor... Büyük komşuRusya ile
papaz olduk ve bunu yiğitlik diye yutturmaya çalışıyorlar.
Içimiz kararmış,yüreğimiz ağrırken bu yaptığın iş mi yani”
diye sataşmayın, gönül koymayın, dalga geçmeyin...
Ne yani gazeteci oldum diye benim içim kararmaz mı, yüreğim ağrımaz
mı? Öfkem taşıp parmaklarımı bilgisayar klavyesinde suç sınırına
itelemez mi?
Böyle durumlarda mizaha sığınmazsın da ne yaparsın?
Beceririm, beceremem ama hiç olmazsa denerim. Içimin karanlığını,
yüreğimdeki ağrıyı azaltmayı umutsuzca umut ederek...
Buyrun...
***
Önce Mustafa. Uzun yıllar oturduğum
apartmanın kapıcısı. Okuma yazma hak getire. Sadece rakamları
tanıyor. Karşılaştık. Durup dururken dert yandı:
- Ağabey şu Avrupa Birliği’ne giremedik gitti. Sen
gazetecisin, bilirsin. Bu defa olacak gibi mi? - Bu
nerden çıktı lan?
- Ee ağabey Davutoğlu televizyonda dedi ya. Vize
neyin kalkıyor. Avrupa yolları bize serbest oluyor...
- Olduğu filan yok ama diyelim oldu, bundan sana ne?
- Öyle deme ağabey. Burada ay sonu daire daire dolaşıp kapıcı
parası toplayacağıma, yüklerim bir kamyon karpuz. Bizim
Kastamonu’dan epey köylü varoralarda, onlar
anlattı. Kölün diye koca bir şehir varmış.