Biz gazetecileri geçin, siz gazete okurları bile tutuklu meslektaşlarımızın, siyasetçilerin, akademisyenlerin adlarını büyük ölçüde ve bir çırpıda ve ezbere sayabilirsiniz.
Çünkü meslek dayanışması ile, demokrat milletvekillerinin, hapishane ziyaretleri sonrasında aktardıkları ile, avukatların haftada bir de olsa yüz yüze görüşme olanağı bulup anlattıkları ile hatta çamur atmak için fırsat arayan ve bol bol bulan “gazetecimsiler”in katkıları ile adları, hapishanede yaşadıkları, dayatılan koşullar duyuldu, duyuluyor.
Bir de sesini duyuramayan, duyurabilecek fırsat ve olanaklardan yoksun olanlar var ve sayıları yüzlerle değil, binlerle ölçülüyor.
Tırmık’ta kim bilir kaçıncı kez yazıyorum: Masamın üstünde birikmiş, üst üste konduğunda neredeyse boyumu aşan “hapishane mektupları” var. Her biri yürek yakan birer acı çığlığı ve her biri umutsuz bir adalet arayışının yazılı tanığı, belgesi...
Hangi birini alıp hangi birini ve ne kadarını aktarabilirim ki?
***
Kendi öz deneyimlerimden (de) iyi biliyorum. Dört duvar arasında verilmiş bir aylık bir görüş yasağı gazeteciler için haber değeri taşımaz, tutuklu ya da hükümlünün yakını olmayanlar için yürek sızlatmaya yetmez.
Peki, ya o tutuklu ya da hükümlü için?
Üç ay, bir ay, bir hafta görüş yasağının, haberleşme yasağının anlamı o kadar önemlidir ki? O kimin hangi yetkiyle verdiği çoğu kez bilinmeyen “yasak” mapus damındaki için dünyaya açılan pencerenin kapanması, tutukluluğunun, hükümlülüğünün üstüne bir de zifiri karanlık bir perde inmesi demektir...
Yüzlerce mektuptan onlarca örnek sayarım. Biriyle yetineceğim. Kandıra F Tipi Hapishane’den bir kadın hükümlünün mektubundan...