Suruç cankırımın hemen ardından başlayan ve gitgide tırmanıp
yaşı uygun olanlara 70’li yılların “kör şiddet
sarmalını” hatırlatan günlere ulaşmış gibiyiz. Yalnız bu
defa “Karşıt görüşlü gençler arasında çıkan çatışmada...” klişesini
izleyen günlük ölüm istatistikleri arasında değil, kendini
“sol” olarak tanımlayan örgütler, örgütümsülerin
kendilerince “devrimci” diye nitelenen eylemlerinin saçtığı kan ve
ölüm ya da kelepçeleyip yere yatırılmış Kürtlere yiğitlenen ve “Ne
yaptı lan size bu devlet” diye sorabilen bir polis memurunun
zihninde, zihniyetinde yansıyan devlet
terörüarasında sıkışıp kalmışız…
Devlete ve devlet terörüne artık sözüm yok. 7 Haziran seçimlerinin
iki gün öncesinde Diyarbakır’daki HDP mitinginde patlayan bombanın
sır perdesi hâlâ Diyarbakır savcılığının hantal, umursamaz
soruşturma dosyasında uyuklarken (Dikkat!..
Soruşturma sözcüğünün son hecesini siyah
dizdim. Vurguyu ona göre okursanız derdimi daha iyi anlatmış
olacağım), ardından Suruç can kırımının soruşturmasında kamuoyuna
en küçük bilgi sızdırmadan yürüyen (yürüyor mu bilinmeyen)
soruşturması artık devletin
terörü durdurmaya değil sürdürmeye kararlı
olduğunun kanıtı gibi.
Devlet dedim diye gizli, bilinmeyen, derinlerde var olan bir
kurumdan filan söz etmiyorum. Devletin dizginlerini askerlerin
elinden