Sanırım başlıktaki yarım cümleyi kolaylıkla tamamladınız: “…ki devletin güvenlik politikaları haklılık kazansın… Ki Kürt sorununun ancak askeri yöntemlerle çözülebileceğine Türkler, hatta Kürtler de ikna olsun… Ki barışçıl çözüm hem Türklerin, hem Kürtlerin zihninden tümüyle çıksın…”
Bunlar benim bulabildiğim tamamlayıcı cümlecikler. Siz daha da çoğaltabilirsiniz...
Ancak bu “tanı”lar, bu “analiz”ler şu anda yaşanan durumu değiştirmiyor. Hükümetin en yetkili ağzı (Yanıldınız. Cumhurbaşkanı’nı değil bu defa Başbakan’ı kastettim) yabancı gazetecilerin temsilcileriyle dünkü buluşmasında bir kez daha vurguladı: “HDP ile ilişki kurmayacağız; toplantılarımıza çağırmayacağız”.
Bu sözlerin anlamı çok yalın:
Kürt siyasal hareketinin siyasal düzlemde mücadelesinin önünü kesmeye kararlıyız.
Yani: Kürtler ya davalarından vazgeçsinler ya da savaşsınlar. Onlara başka seçenek bırakmayacağız!..
Bir zamanlar Türk devlet siyasetinin namlı şahinlerinden Mehmet Ağar’ın bile “Dağa çıkıp savaşacaklarına ovaya inip siyaset yapsınlar” dediğini hatırlayın ve bugün gelinen noktadaki “devlet siyaseti”nin tercihine bakın…
***
Yukarıdaki paragraflar hiçbir şekilde isteyerek ya da istemeden HDP’yi itibarsızlaştıran; HDP’nin toplumda 7 Haziran öncesi kazandığı çok olumlu etkiyi ve saygınlığı kıran; terörü bir siyasal mücadele yöntemi olarak sürdürmekte ısrar eden PKK ya da KCK çizgisini haklı kılmaz.
Marifet ve siyasal hüner 2013 Newroz’unda çiçeklenen barışçıl çözüm umudunu AKP’ye rağmen, Erdoğan’a rağmen sürdürmek, diri tutmak olsa gerek. Yoksa “Madem masayı devirdin; madem Öcalan’a ağır bir tecrit uyguluyor ve bunda ısrar ediyorsun; biz de savaşı metropollere yayarız; kentleri kan göllerine çeviririz, ölen sivilleri ‘savaş firesi’ diye niteler şiddeti tırmandırırız” demek AKP elebaşılarının kurduğu tuzağa düşmektir.
Evet, bu bir tuzak.
AKP iktidarı “Barış olmasın, savaş sürsün” diyor; KCK yönetimi de “Savaş tırmanarak sürecek” diyor.
Kim, kime ayak uydurmuş oluyor?
Kim, kimin çizdiği rotaya uygun dümen kırmış oluyor?