Yüreğinde taşımakta zorlandığın bir ağırlık.
İçin acıyor.
Öfke ve çaresizlik kol kola girmiş.
Gözyaşı eşiği aşılmış; gözpınarları kupkuru.
Dünkü Cumhuriyet’in birinci sayfasına çakılmış kalmışsın.
Orada insan hikâyeleri var. Gözlerinin içi hilesiz gülen
insanların, kızlı erkekli gencecik insanların. İç sayfada genç kapı
yoldaşın Pınar Öğünç, ulaşsalardı
o gencecik kadın ve erkeklerin Kobani’de neler yapacaklarını
sessiz, nümayişsiz anlatıyor: Kreş boyanacaktı. Boyalı kreş
duvarlarına çocuk kahkahalarının yansıdığı resimler çizilecekti.
Bir kütüphane kurulacaktı. Kütüphaneye bir kuşağın ağabeyi,
öğretmeni Niyazi Ağırnaslı’nın Kobani’de
direniş günlerinde düşen yiğit torununun, Mustafa
Suphi Ağırnaslı’nın adı verilecekti. Kendileri birer fidan
olan gencecik kadın ve erkekler Kaniya Kurda Tepesi’ne beş yüz
fidan dikecekler, bir anı ormanı filizlendireceklerdi...
***
Ne tuhaf!..
Dün Tırmık günü değildi ve yazar belki de ilk kez buna
pek sevindi. Yazı günü olsa ne yazabilirdi ki?
Dünkü Cumhuriyet’in birinci
sayfasında Ezgi sana bakıp gülüyor ve
Ezgi artık yaşamıyor.