Parmak hesabım beni yanıltmıyorsa
Nuriye Gülmen ve Semih
Özakça’nın açlık grevleri bugün 109’uncu gününde.
Kapsam alanına bir girip bir çıkan cep telefonumdan yarım yamalak
anladığım yanlış değilse açlık grevlerindeki dönülmez aşaması çok
yaklaşmış iki genç eğitim emekçisinin dostları, arkadaşları
“109 gün - 109 imza”
başlıklı bir etkinlik örgütlediler.
Amaç belli ve yalın: Devletin dizginlerini elinde tutan
muktedirlerin sağır kulaklarına haykırmak, en ufak bir şiddet
içermeyen eylemlerinden dolayı bir de tutuklanan, açlık grevlerine
bu kez mapus damında, geciktirici B1 vitamini desteğinden mahrum
devam eden o genç kadın ve erkeğin sesi olmak...
Önceki gün, Gülmen ve Özakça’yı tutuklayan sulh ceza hâkimliği,
tutukluluğa yapılan itirazı reddetti. Yürüyemez, konuşamaz hale
gelmiş iki tutuklunun kaçma şüphesi ve çıktıkları takdirde yasa
dışı eylemlere yol açabilecekleri kuşkusu yargı erkine tutuklamanın
reddi için yetti de arttı.
O hukuktan nasipsiz, mantıktan tümüyle uzak, vicdanla bağı kopmuş
karar cümlesini son dönemde ne kadar çok duyduk, duyuyoruz ve
duyacağız:
-
Tutukluluklarına yapılan itiraz
reddedilmiştir.
***
Gülman ve Özakça hiçbir hukuk ilkesine
uymadan, hiçbir yasada ciddiye alınacak karşılığı bulunmayan
gerekçelerle tutuklandılar. Tutukluluklarına itiraz edildi ve
yargıdan cevap geldi:
-Tutukluluklarına yapılan itiraz
reddedilmiştir...
Bizim Cumhuriyet sanıklarının tutuklu olanlarına ilişkin
kaçıncı itiraz mahkemeye verildi artık bilemiyorum. İddianame
açıklanıp dosya “Reis hukuku”nun
yarattığı sulh ceza hâkimliği denen ucubenin elinden
alınıp Ağır Ceza Mahkemesi’nin yetki alanına geçtiğinde, öpülmedik
bir kulağının ardı kalmış kıdemli basın sanığı ben bile “Eh,
ağır ceza mahkemesi dediğin deneyimli ve tek değil üç
yargıçtan oluşur. Onlar da bu iddianamenin
saçmalığını, boşluğunu ve hukuk dışılığını görmezden
gelmezler” demiş ve tutukluluğa itirazımızın kabul
edileceğini ummuştum.
Yuf bana!
Bildiğimiz cevap değişmedi:
- Tutukluluklarına yapılan itiraz
reddedilmiştir...
***
Sanıkları arasında Ahmet Altan,
Mehmet Altan ve Nazlı
Ilıcak’ın bulunduğu, işi üç kez müebbet istemeye kadar
vardırabilmiş bir iddianameye dayanan davanın ilk oturumları geçen
günlerde yapıldı.
Nazlı Ilıcak naif ama dik duruşlu bir savunma ile iddianameyi
cevapladı. “Efendiler saçmalamayın, benim gibi
yaşayan, giyinen, yazan, çizen bir kadından FETÖ’cü
yaratamazsınız. Babası bir darbe mağduru olan, kendi
12 Eylül darbesine karşı çıktığı için mapuslarda yatan
Nazlı Ilıcak’ta darbe destekçisi arayana gülerler”
demeye getirdi.
Mehmet Altan sakin, üniversitede ders verir gibi iddianameyi
cevapladı. Mehmet’in çürüttüğü bölümleri iddianamede ben de kırmızı
kalemle işaretledim. Sonuna doğru “Yav, niye kalemle
uğraşıyorum ki” dedim. Bir badana fırçası ile
iddianameyi kırmızıya boyasaydım da olurdu...
Ahmet Altan öfkesini neredeyse şiirsel lezzetler saçan bir metne
dönüştürmüştü. İddianameyi -bence- paramparça etti, çöpe attı.
Anadiline ilkokulda kompozisyon yazsa sınıfta kalacak kadar hâkim
savcı o savunmayı okuduysa (genellikle okumazlar) hem hukuk
bilgisini pekiştirmiş olurdu hem de anadilinde meramını anlatmayı
öğrenirdi...