Yılın son günü, yeni yılın ilk günü yayımlanacak yazıya “2017 iyi bir yıl olacak” diye başla ve öyle bitir. Sabahleyin 39 ölü, 65 yaralı ile uyan...
İçini derin bir umutsuzluk, ürkütücü bir yanılmışlık duygusu kaplar. Kafanda “Artık şu lanet olası mesleği bıraksam mı”dan başlayıp “Yazsan ne yazar bu ülkede, bu dünyada? Yıllardır yazıp çiziyorsun, ne değişti, ne düzeldi” gibi umutsuzluk, karamsarlık fışkıran cümleler uçuşur.
Sonra daha ürkütücü, daha yıkıcı bir soru gelir saplanır:
- Yenildik mi biz?
Zehirli soru bir bıçak gibi saplanır yüreğine, beyninin derinliklerine, ilk gençliğinden başlayıp bugüne uzanıp bir “kendinle hesaplaşma” başlar. Kaçınmak istersin. Aman vermez, inatçı bir çengel gibi dolanır durur bilincinde, belleğinde, sende.
Sosyalizm sözcüğünü ilk duyduğun gün, dün gibi canlanır belleğinde. Heyecanlandığını, “öğrenmeliyim, öğreneceğim” diye mırıldandığını bile hatırlarsın.
Sonra Erzincan’ın kuzeyinde, karlarla kaplı bir yüksek vadideki bir dağ köyünde, 7 numara gaz lambası ışığında Jean Baby’nin Ekonomi Politiğin Temel Prensipleri kitabını önce pek anlamadan, sonra biraz daha anlayarak, sonra anlayarak, en sonunda iyi anlayarak okuduğun geceleri hatırlarsın.
Genç, çok gençsindir. Askerlik biter bitmez gidip Türkiye İşçi Partisi’ne yazılmışsındır. Öğretmenlerinle bugün bile övündüğünü düşünürsün. Behice Boran, Cemal Hakkı Selek, Sadun Aren, Bomontili terzi Garo...