1. Dünya Savaşı 1914 yılında başladı. Osmanlı Devleti’nin taraf olmaktan, bu savaşa girmekten başka seçeneği yoktu. Irak ve Hicaz’daki petrol Batılı devletlerin iştahını kabartıyordu. İstanbul merkezli hilafet Müslümanları bir arada tutuyordu. Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurulması için çalışmalar hızlanmıştı. Yunanistan, Ermenistan topraklarımızda hak iddia ediyordu. Haçlılar, bin yıldır yeniliyor, Müslümanlar karşısında zafer kazanmak için yanıp tutuşuyorlardı…
1. Cihan Harbi, bu ve buna benzer birçok emeli gerçekleştirmek arzusundaki Batı için büyük fırsattı. Daha savaş başlamadan Osmanlı toprakları paylaşılmıştı. Osmanlı sınırları içinde ulusçuluk fitnesi ateşlenmişti. İstanbul, art arda yaşanan badirelerin de etkisiyle, devlet adamlarının ve komutanların, memleketi düşünmekten ziyade kendi ikbal ve koltukları için kavga ettiği bir arenaya dönüşmüştü.
Batı’nın iştahı, Osmanlı’nın vurdumduymazlığı ve ihanet bir araya gelince, yenilgi kaçınılmazdı.
3 kıtaya hükmeden, sınırları İran sınırından Atlas Okyanusu’na, Hint Okyanusu’ndan Karadeniz’e uzanan Osmanlı Cihan Devleti, 1. Dünya Savaşı’nın son günlerinde artık Anadolu’ya sıkışmıştı. Düşman Musul’a, İskenderun’a kadar gelmişti; İstanbul’a girmesi an meselesiydi.
100 yıl önce, tam da bugün, 30 Ekim 1918’de, Limni Adası’nın Mondros Limanı’na demirlemiş Agamemnon Gemisi’nde, Osmanlı heyeti ile İngilizler arasında ateşkes imzalandı.
Ateşkes metni İngiliz, Fransız ve İtalyanlar tarafından çok önceden hazırlanmıştı. Üzerinde iyi çalışılmıştı. Mondros Mütarekesi savaşı bitirecek ama işgali, paylaşımı sona erdirmeyecekti. Osmanlı heyeti ise hem tecrübesiz, hem de hazırlıksızdı. Birkaç cılız itirazın sağladığı küçük değişikliklerle mütareke metni kabul edildi ve imzalandı.