Arkadaşlarla muhabbetimizde konu “en zor ibadete” geldi; biri “oruç” dedi, biri “namaz”, bir başkası “hac” dedi. Bense en zorunun “zekât” olduğunu iddia ediyorum. Mal canın yongasıdır. İnsan kazandığını kendisi kazandı zanneder; çalışıp, çabalayıp, ter döküp elde ettiğinden küçük bir miktar vermek canından can gitmesi, vücudundan bir parçanın koparılması gibidir.
“İlk kavga”, “ilk cinayet” de böyle çıkmadı mı? Habil cömertçe kazandığından infak ederken, Kabil cimriliğe, hırsa, tamaha yenik düşüp kardeşini katletmedi mi? Oysa Habil kazandığından infak ederek malını çoğaltmıştı; Kabil ise kısarak, çalarak malın çoğalabileceğini zannetti.
Yıllar önce bir arkadaşım çok küçük miktarda bir parayla borsaya girdi. Bugünün değeriyle 1.000 TL gibi bir miktar. Sabah akşam rakam izliyor. O günlerde Başbakan Erdoğan başörtüsüyle ilgili bir açıklama yaptı. Borsa çalkalanmaya başladı. Arkadaşımla karşılaştık, “başörtüsü maşörtüsü deyip niye ortalığı karıştırıyorsunuz” diye tepki gösterdi. Mütedeyyin, muhafazakâr, 5 vakit namazında, eşi de başörtülü bir arkadaştı. Belli ki borsa düşünce zarar etmişti. Ama “hem ayranım dökülmesin, hem yoğurdum ekşimesin” istiyordu. Ya da...