Tokyo’dan Los Angeles’e, Pekin’den Santiago’ya, Johannesburg’dan Kazan’a kadar Türkiye dışında 100’den fazla şehre gittim. Mekke, Medine, Şam, Bağdat, Kahire, Saraybosna, Üsküp, Mogadişu, Sana, Kabil gibi Müslüman şehirlere gitmek de nasip oldu. Ancak, Kudüs’e hiç gitmedim; Allah nasip etmedi.
İki ay kadar önce, Ürdün’ün başkenti Amman yakınlarında, Lut Gölü’nün doğu kıyısına oturdum. Karşı taraf Filistin’di. Eriha şehri çok net görülüyordu. Güneş Filistin Dağları’nın ardında kaybolunca, Kudüs’ün ışıkları da görülmeye başladı.
Saatlerce, saatlerce oturdum orada.
Alemlere rahmet olarak gönderilen Hazreti Nebi’nin Mirac’a yükseldiği, etrafı bereketlendirilmiş şerefli Kudüs işte orada bir yerdeydi.
Hazreti İbrahim buralardan geçmişti. Hazreti Yusuf işte buralarda bir yerde kuyuya atılmıştı. Hazreti Yakup, işte buralarda, iki gözü iki çeşme, biricik oğlunu beklemişti.
Hazreti Ömer şu topraklardan geçip Kudüs’ü fethetmişti. Ebu Süfyan ile Amr bin As şu önümdeki topraklarda buluşmuşlardı.