Amin Maalouf, “Afrikalı Leo” isimli eserinde Endülüslü Selma el Hürre’nin dilinden çarpıcı bir özgürlük-kölelik saptaması yapar. Granada’daki evlerinde Verda adındaki köleleri istediği gibi giyinebilmekte, hafif hareketler yapabilmekte, şarkı söyleyip dans edebilmektedir. Selma, “Ben özgürdüm, o ise köleydi. O nedenle karşılaştırılamazdık, eşit koşullarda değildik” der.
Özgür insan kendisini dini, ahlaki vb. kurallarla sınırlar; kölenin böyle mükellefiyetleri yoktur.
Özgür insan, kölelerin, ya da süfli yaratıkların, örneğin hayvanların hayatına merak duyar. Eski Roma’daki arenalarda tribünlere oturmuş özgür insan, ölmek ve öldürmek arasında bırakılmış köleleri, kendisinden çok uzaktaki canlıları güvenle ve keyifle izler. Sirkte, hayvanat bahçesinde, belgesellerde hep bizden uzaktakini izleriz, merakla, ilgiyle, ama güven içinde izleriz.
Sorun şurada: Modern dünya, köleleri özgürleştirerek eşitlemek yerine, özgürleri köleleştirerek eşitliği sağlıyor.
Arenadaki gladyatörü tribüne çıkarmak yerine, tribündekini arenaya indiriyor. Sirkteki maymun, hayvanat bahçesindeki domuz, belgeseldeki yılan aramıza karışıyor. Modern insan özgürleşmiyor; tüketimle, medyayla, sosyal medyayla, propagandayla, ideolojilerin, sapık cemaatlerin, süfli yaşam tarzlarının büyüsüyle köleleştiriliyor.
Magazin izlemek de biraz böyle değil midir? İnançlarımız, ahlakımız, geleneklerimiz özgür bireyler olarak bizi belli bir çerçevede tutar. O çerçevenin dışında, spot ışıklarının altında parıldayan, bizden olmayan hayatları, özgür insanlar olarak asla yaşamayacağımız hayatları, o hayatlardan çok uzakta olmanın verdiği güvenle seyrederiz.