Memleket denilen şey, doğduğumuz ya da doyduğumuz yer değildir. Etrafı kireçle boyanmış taşlarla sınırlı da değildir. Memleket, olduğumuz; olgunlaştığımız, tamamlandığımız yerdir. Bizim için burası yani Anadolu, memleketin kalbidir. Kan kalpte toplanır. Tekrar oradan vücuda pompalanır. Bin yıla yakın bir zamandır, bu böyledir.
Bin yıl, uzun bir zaman. Buna rağmen rahat değiliz. Bu toprakların bizim kalacağından endişeliyiz. Sürekli bir korku içindeyiz. Her fırsatta, bölünme tehlikesinin altını çiziyor, “Türkiye’nin parçalanmasına müsaade etmeyiz” diyoruz.
Endişeli ve panikliyor olmamızın, bir sebebi daha var. Türkiye’de milletin ve memleketin iyiliği için çalışanların başına iyi şeyler gelmiyor. Bir örnek verelim: Buharın keşfi, kömürü olmazsa olmaz hale getirmiştir. Ülkemizde henüz bulunamadığından, bin bir zorlukla, kömür ithal edilmektedir.
Uzun Mehmet, ülkemizde taşkömürünü bulan ilk kişidir. Ereğli Köse Dağı mevkiinde, Niren deresi boyunca gezerken, bir kömür damarı bulur. Damardan aldığı kömür parçalarını İstanbul’a götürür. Sultan İkinci Mahmut Han tarafından ödüllendirilir. Ayrıca kendisine maaş bağlanır. Ancak kahvesine zehir konularak öldürülür.
Bir örnek daha: Osmanlı Devleti’nin çökmesini isteyenler; ülkeyi sürekli borçlandırıp, faiz batağına sürüklediler. Milletin ve memleketin iyiliği için çalışanlar ise bir şekilde saf dışı edildiler. 28 Şubat süreci de böyle bir şeydi. Refahyol Hükümeti, önemli başarılara imza atmış, gidişatı iyiye doğru hızlandırmıştı. Bu olumlu durumu engellemek için, olmadık yollara giriştiler. Başarılı da oldular. Bunun son örneğini, bugünlerde, hep birlikte görüyoruz. İnşallah bu sefer başaramayacaklar.