O haberi gördüm, perişan oldum.
Defalarca, bir daha, bir daha okudum: Karşı şeritten bir kaya parçası geliyor, eşinin kullandığı otomobilin ön camından içeri giriyor ve Hülya’nın kafasına isabet ediyor.
7 aylık hamile Hülya da ölüyor.
Olmayacak şey!
Oluyor ve onu aramızdan alıp götürüyor, karnında
bebeğiyle...
Çok ama çok üzüldüm.
Son zamanlarda bir Mustafa Koç’a çok üzüldüm, bir de bu hiç
tanımadığım, kim olduğunu bilmediğim Hülya’ya...
Taktım kafayı Hülya’ya.
Ve çok acayip, sanki tanıyor gibiydim.
Fotoğraflardaki yüzü de tanıdık geliyordu.
Bildiğim bir tatlılık, sıcaklık, samimiyet.
Artık yaşamıyor olsa da, hikâyesini öğrenmek istedim.
Eşi Ümit Gençer’i aradım, perişandı, “Konuşmaya hazır değilim!”
dedi, bir hafta sonra yine aradım, kazayı anlatmak
istemiyordu, “Çok acı veriyor bana
ama size Hülya’yı anlatmak isterim. Bence pek çok kadına rol model
olabilecek biriydi, gerçekten başka türlüydü!” dedi.
Ve beni kabul etti.
Ümit’le buluşmaya gittiğim evde, Hülya’nın can arkadaşları da
vardı.
Gerçi sayıyı sınırlı tutmuşlar, o kadar çok seveni var ki, herkes
gelirse vay halime diye.
Hepsini çok sevdim.
Hepsi doğa tutkunu insanlar; çünkü Hülya da öyle.
Hem dalgıç eğitmeni, hem dağcı, hem paraşütçü, hem snowboard’cu,
hem bisikletçi...
Her numara var.
Ve ciddi olarak yapıyor.
Türkiye’de tırmanmadığı zirve yok, yurtdışında da epey bir zirvesi
var, dalmadığı ve bisikletle gezmediği yer yok...
Muhteşem bir kadın.