BİLİYORSUNUZ, eş durumundan Hindistan’dayım.
Ama sürekli git-gel yapıyorum.
Haftaya, üç günlüğüne İstanbul’dayım mesela. Ondan sonraki hafta da 4 günlüğüne.
Ayda 2-3 kere Türkiye.
Bunu yapıyorum ama uçaktan da acayip tırsıyorum... Yine de yapıyorum.
Bu yaşımda öğrendim ki, her şey yapılabiliyormuş hayatta, sonunda ölüm olmadığı sürece “Olmaz!” diye bir şey yokmuş, insan her yerde de yaşayabiliyormuş, yeter ki sevdikleri yanında olsun...
Mumbai bunun kanıtı, expat’lar için (yabancı çalışanlar) dünyadaki en zor lokasyonlardan biri, kitaplar öyle yazıyor, burada bile mutlu mesut yaşadıktan sonra...
Bu arada, İstanbul’daki evimiz-düzenimiz duruyor, Hindistan’da da artık otel diyemeyeceğim bir evde yaşıyoruz. Otelin ev bölümü. Burada 3-5 sene boyunca yaşayan aileler var, dilediğin gibi değişiklik yapabiliyorsun, tuttuğun iki-üç odalı yerleri evine çevirebiliyorsun, otelin hizmetlerinden faydalanıyorsun, kebap yani...
Bir tek köpek kabul etmiyorlar, yoksa Max de gelirdi...
Ki ben otel çalışanlarına küçük oltalar da attım.
“Demek köpeksever bir otelsiniz! Ben bu otelin içinde köpek havlamaları da duydum... Ne harika! Getirebiliyor muyuz köpek?” dedim.
“Kesinlikle köpek kabul etmiyoruz!” dediler.
Bir süre daha Max’le hasret yaşamaya devam edeceğiz, ama Max de canı gibi biriyle beraber, keyfi yerinde yani...
Diyeceğim, hareketli, eğlenceli, bol uçuşlu, bol kültürlü, bol maceralı, çekirdek aile odaklı bir hayat...
Alya halinden pek memnun, “Lise sona kadar burası n’oluuuur!” diye diretiyor, “Yok artık!” diyoruz.
Ömer işini çok seviyor, artık Hintliler gibi kafasını da sallamaya başladı... Şakaydı!!! Babamız, “Bir buçuk sene sonra bu Hindistan macerası biter!” diyor.
Ben?