O klişeler var ya...
“Her kadın, o beyaz gelinliği giymek ister!”
Doğruymuş!
Bak, kazık kadar kadın oldum, itiraf ediyorum:
Benim de içimde kalmış!
Meğer istermişim!
Kendimden bile gizlermişim ama istermişim.
Meğer o gelinlik provaları, o git-geller, tereddütler, “Yok şurayı açalım, burayı kapatalım!” denmesi, danteline karar verilmesi, dekoltenin ne ölçüde olacağı, kısacası ‘gelin olma ritüeli’ hayalimmiş...
Kendimi uzun duvaklı, hafif romantik, hafif seksi, biraz da hippi’vari bir gelinlik içinde hayal edermişim.
Onu giyeceğim, şöyle bacağımı attıra attıra yürüyeceğim...
Arkamda upuzuuuun duvağım...
Elimde çiçeğim, hafif mahcup bir gelin olacağım...
İKİ KERE EVLENDİM NEDEN GELİNLİK GİYMEDİM?
Bugüne kadar kısmet olmadı...
İstemedim de olmasını.
Galiba mesele şu:
Aşk, hayatımın gayesi oldu ama evlenmek, telli duvaklı bir gelin olmak hayatımın amacı değildi.
Benim için çalışmak, kendi ayaklarımın üzerinde durmak, üretmek, birey olmak, hatta gezip, tozmak, dünyayı keşfetmek, en çok da âşık olmak; imza atmaktan ve el âlem mutlu olsun diye yapılan o törenden daha önemliydi.
Benim insanlara, “Biz artık legal olarak sevişeceğiz!” demek gibi bir derdim asla olmadı...
Havalı bir düğünle, dünya evine gireyim, 600 kişi gelsin, gelmiş geçmiş en şahane gelinliği giyeyim, şu kadar karat tek taş takayım diye düşünmedim...
Ben hep “Ne düğünü ya!” dedim, “Manyak paralar verip gelinlik yaptıracağıma, Peru’ya Machu Picchu’ya çıkarım daha iyi!”