Gümüşlük’teki taş evinde yaşıyor. Üç kedisiyle. Güzel müzikleriyle. Bahçede biberi ve domatesiyle. Brokoli yetiştirme hevesiyle. Toprak sevgisiyle. Zeytin ağaçlarıyla. Huzuruyla, ağız tadıyla. Şatafatsız, yalın, insanı imrendiren bir hayat. Motoruyla semt pazarına alışverişe gidiyor. Yazıp çiziyor, bol bol okuyor Çağan Irmak. İşte böyle bir atmosferin ve dönemin filmi ‘Bizi Hatırla’. Sayfa sayıları azaldı, benim de yerim azaldı. Sığmıyor pazar röportajları, bir kısmı salıya kalıyor. Belki de çok soru soruyorum karşımdakine. Şikâyetiniz varsa ne olur yazın, yapmam bir daha. Tek sayfada veremiyorum röportajın ruhunu...
SÜREKLİ BİRBİRİMİZİ YARGILIYORUZ
Gümüşlük’e yerleşme sebebin neydi?
20 yılımı bir Ege kasabasında, Seferihisar’da geçirmiş bir insan olarak 20 yılımı da İstanbul’da geçirdim, sonra köklerime geri döndüm. Ama “Doğrusu budur!” demiyorum, “Benim doğrum bu” diyorum. Orada daha mutlu olduğum için Gümüşlük’e gittim. Çünkü İstanbul’da artık devamlı birbirimizi yargılıyoruz. Herkes uzman. Herkes her şeyi herkesten iyi biliyor. Bir fotoğraf paylaşıyorsun. Hemen birileri akıl vermeye başlıyor, eleştiriyor. Ya bir dakika, seni benim hayatımı bilmiyorsun ki! Yargılama hakkını nereden buluyorsun? Bizim şu iki cümleyi ezberlememiz ve hayatımızda sık sık kullanmamız gerekiyor: “Sana ne!” ve “Bana ne!”
BABAMLA HİÇBİR SORUNUM OLMADI O BENİM KAHRAMANIMDI
Senin babanla ilişkin nasıldı? Bu filmlerde kendi babandan esinlendiğin oldu mu?
Bu soru “Babam ve Oğlum”dan beri sorulur bana. Benim babamla hiçbir sorunum olmadı, olsa dükkân sizin. Tam tersine, babam kahramanımdı. Benim derdim Türk toplumundaki bu ataerkil durumla. Sadece etten, kandan olan bir babalıktan söz etmiyorum yani. Kalıp düşüncelere ve baskın olan her şeye karşıyım.