Rahatsızlığımdan dolayı yazılarıma ara vermiştim. Yakından takip ettiğim gündemi rötarlı olarak kaleme aldığım için bağışlamanızı istirham ediyorum.
Vahşi bir cinayete kurban gittiği anlaşılan Cemal Kaşıkçı’yı konuştuk, konuşmaya da devam ediyoruz. Kendisine rahmet, yakınlarına baş sağlığı diliyorum. Öyle "Kaç parçaya ayırdılar?", "Cesedi nerede?" gibi hususlarda fikir beyan edecek değilim.
Yıllar önce Umre'ye gittiğim gruptan yaşlı bir teyze “Kızım buranın kralı Müslüman mı?” diye sormuştu. Sorusunun şaşkınlıkla karşılamış “Yani burası Allah’ın evi, tabii ki Müslüman.” demiştim.
Müslüman tanımının masum olduğu, Kutsal beldenin yöneticilerinin muhalifleri ve masum çocukları henüz öldürmeği yıllardı.
Hatırlıyorum da ben dâhil birçok arkadaşım Allah’ın evinde ve Peygamberin diyarında yaşamayı ne çok arzulardık. Nasıl Paris âşıklar şehriyse, Mekke’de inananlar için aşk şehriydi. Huzur ve güvenin adıydı. Fakir ve zenginin, siyah ve beyazın eşitlendiği kutsal mekândı Kâbe…
Yemen’de binlerce masumun ölümünde rolü olan Suud yönetimi, Kaşıkçı cinayeti ile Müslümanların nezdinde itibarını kaybetmiştir. Yaşananlardan sonra, Umre ve Hac ibadeti için Suudi Arabistan’a gidecek olanların ibadet heyecanına artık endişe de eşlik edecektir.
Örneğin; Kaşıkçı’nın nişanlısı Hatice Cengiz bugünden sonra Umre ve Hac ibadeti için Suud’a gitmeye cesaret edebilir mi?