2013-2014 yılları en az şehit verdiğimiz yıllardı.
Tayyip Bey Başbakandı ve çoğunluk yıllardır süren terörün biteceğine, çözüm süreciyle barış geleceğine inanmıştı. Ben de çözüm sürecini destekleyenlerdendim. “Devlet, PKK ile görüşür mü? Öcalan ile görüşür mü?” itirazlarına itirazı olanlardandım. Bugün de aynı kanaatteyim.
Çözüm Süreci’nde Ak Partililer Türkiye’nin yıllardır öncelikli soruna olan teröre bitmiş gözüyle bakıyordu. Hükümete güveniyorlardı, çünkü iktidarda kendi partileri vardı.
Çözüm sürecini desteklemeyenler ise, hükümete güvenemiyordu, kapalı kapılar ardında konuşulanlar karşısında Ak Partililer kadar rahat değillerdi. Bugün dönüp o günleri değerlendiğimde her iki tarafı da haklı görüyorum.
O günlerin bana öğrettiği tek şey ise; Hangi parti iktidarda olursa olsun bu tür çalışmalarda herkesin endişesini ciddiye almak gerektiğidir. Muhalefetin, iktidara yakın olan olmayan Sivil Toplum Kuruluşlarının işin içine dahil edilmesinin önemidir. Aksi takdirde sürecin sorumluluğunu paylaşamazsınız.
Aradan zaman geçti, çözüm sürecinde istenen netice olmadı. Terör sorunu artarak devam etmeye başladı. PKK, artık sadece askeri, polisi değil AKP’yi desteklediği için vatandaşı da hedef almaya başladı. Neticede canı yanan, süreci desteklese de desteklemese de vatandaş oldu.
Bugün elbette teröre karşı devletin yanında olacağız. Ama dün “Terör yok” diye teşekkürleri kabul eden hükümet, bugün de “Terör var” eleştirilerini kabul edecek. “Saldırılar engellenemez miydi?” sorusunu soranları vatan haini kabul etmeyecek.
Özellikle Beşiktaş saldırısından sonra ortaya çıkan tablodan çok rahatsızım. Sosyal medyada “Polisimizin ölmesine sevinen” ile “Polislerimiz neden ölüyor?” sorusunu soranlara aynı muamele yapılıyor. “Gelecekten endişe ediyorum” diyene kapı gösterilmesine “Çocuğum olmadığı için seviniyorum” diyene “Ölenler kimin çocuğu?” savunmasını hiç ama hiç mantıklı bulmuyorum.