Büyük olaylar elbette ardında küçük hayatlarda birçok iz bırakır. Arka sokaklar bu izlerin birikimiyle oluşur. Romanların, filmlerin, hikâyelerin, yer yer kurgusal da olsa gerçek hayat şovlarının aktardığı bu arka ve ara sokaklar, ülkelerin tüm hikâyesinin tortularını önümüze taşıyor. Bunları zihnimizden atmak mümkün değil.
Bu “ara” ya da “arka sokaklara” bîgâne kalınabilir mi? Onları görmeden ülkeler, toplumlar analiz edilebilir mi? Türkiye’yi dolaşırken de İslâm dünyasında kadın belgeselleri yaparken de en çok dikkatimi çeken bu olmuştu. Harran ovası ile Rize’nin dağları arasında bile tek bir benzerlik yoktu. Ülkelerin başkentlerinde yaşayan, bilinen seçkinler ile arka sokaklarda yaşayanlar uçtan uca farklıydı. Birinde sessiz yığınlar kitleler vardı, diğerinde sesi daha çok çıkanlar. Sınıf ayrımlarının doğal oluşum mekanizmalarına bakarak, daha aşağıdaki sınıfların kadın gerçeği ile üst sınıflar arasındaki farkın ortalamasını almak ne kadar mümkündü? Bu soruyu önemli buluyorum. Çünkü ülke hikayeleri buradan çıkıyor. Türkiye’nin hikâyesinin yazılamamasının sebebi de böyle bir yelpazenin açılamamasından kaynaklanıyor.