Merkel’in popüler sağ partiler için söylediği “bizim Avrupa’da inşa ettiklerimizi yıkmak istiyorlar, popülistlere karşı mücadele etmeliyiz” sözünün üzerinden iki ay geçmeden Spiegel, İtalyan Lega Nord Partisi’nin lideri Matteo Salvini’yi “Elinde tesbihle papaza karşı” manşetiyle haberleştirdi. İtalyan başbakanının iki gün önce istifa ederken Parlemento’da Salvini’yi suçlaması; onunda bu konuşmayı elindeki ahşap tesbihi çekerken dinlemesi ve hali hazırda iç işleri bakanı olan Salvini’nin yeni başbakan olma ihtimali bu gelişmeleri daha da önemli kılıyor.
Bu konulara ilgi duyan birisi olarak, haberin içeriğini kısaca size özetlemek istiyorum.
Popülist sağın yükselişe geçtiği dönemde ideolojiler geçerliliğini yitirmiş, temalar üzerinden siyaset yapmak revaç bulmaya başlamıştı. Tutarlılık ve bütünlük yerini halkın isteğine göre salınan bir siyaset söylemine bırakmıştı. Bu değişimin sarsıntıları Almanya ve İtalya gibi ülkelerde daha dikkat çeker hale geldi. Çünkü 1945 yılında faşizmin yenilgisiyle Avrupa’nın siyaset sahnesinden sökülüp atılan aşırı sağ, aynı ülkelerde hükümet ortağı olabilecek güçte tekrar geri dönmüştü.
İtalyan tarihçi Roberto Chiarini’nin “İtalya’da siyasi kültürde sağ Mussolini’nin kurduğu faşist rejimle özdeşleşir. Hristiyan demokratlar bile kendilerini sağcı diye tanımlamak istemezler…” tespiti artık bugünü anlatmıyor. 1993’te iktidara gelen Berlusconi bu eşiğin aşılmasına katkı sağlasa da şimdiki sağ partilerin yanında ılımlı kalıyor. Ancak onun ayak izinin aşırı sağ partilerin söylemlerinin yükselmesine ortam sağladığı bir gerçek.
Avrupa’daki gelişmelerde siyasi ayrımları anlamaya çalışırken artık sağ-sol tanımları içeriği yeterince ifade etmiyor. Popülist-popülist olmayan şeklinde bir tanım, değişimi anlamaya daha çok katkı sağlıyor. Özetle popülizm şöyle tanımlanıyor; “Halkın tutum ve davranışlarını verili bir durum olarak olduğu gibi kabul eden, belirli bir inanç veya ideal veya felsefe doğrultusunda değiştirmeye iyileştirmeye kalkmayan ideoloji…”
Popülizm; Merkel’in söylediği gibi “engellenmesi gereken bir hareket mi” yoksa “demokrasini hakiki sesi mi” tartışmaları süre dursun bu konu giderek daha çapraşık şekilde karşımıza çıkıyor. Dine karşı ama din ile iç içe gibi…Buna en iyi örnekte yine Matteo Salvini…