11 Eylül sonrası giderek yükselen neo-ırkçı blog ve internet siteleri üzerine bir araştırma yapan Zeynep Atikkan, dehşet verici ve şaşırtıcı söylemlerle karşılaştığını “Benim Avrupa” isimli kitabında ve yaptığımız bir röportajda anlatmıştı. Ayrıca bu söylemlerin Amerikalı ideologlar tarafından şekillendirildiğini de söylemişti. Amerika'dan Avrupa'ya uzanan, Avustralya ve Kanada'yı da kapsayan böylesi fikirleri yayan internet ağının takipçileri arasında Norveç'te 77 kişiyi öldüren Anders Breivik de vardı. Nispeten daha az göç almış Kuzey Avrupa ülkelerinde güçlendirilen “İslam'ın Batıyı işgal ve tehdit ettiği” mealindeki sesler Nato sekreteri ve Danimarka'da bir süre başbakanlık yapan Rasmussen tarafından bile dile getirilmişti. Rasmussen, “İslam ile Batı arasında değerler ekseninde bir kültür savaşının sürmekte olduğunu” söylüyordu.
2006 yılından itibaren blog ve ağlarda güçlenen yeni batının ırkçı söylemi uzun süredir seçim meydanlarında dile gelmeye ve de oy getirmeye başladı. Avrupa siyasetinde giderek daha çok taraftar buldu.
2017'de Cumhurbaşkanlığı için ciddi favoriler arasında görülen ve bugünlerde seçim kazanan Marine Le Pen, Müslümanların Fransa sokaklarına taşan namaz görüntülerini Nazi işgaline benzettiği için yargılandı. Ülkesine göçmen girişini tamamen sınırlamayı ve sınır kontrollerini savunuyor, helal et satışına yasak gelmesini istiyordu.
Avrupa'nın en büyük İslam karşıtı siyasisi Geert Wilders (Hollanda) ise Kuran'ı bir 'nefret kitabı', mültecileri testosteron bombaları olarak tanımlayarak Müslümanların ülkeden kovulması gerektiğini savunuyordu. Anketlere göre Wilders, Mart 2017'deki seçimlerde en yakınındaki partiye 19 puan fark atarak iktidarın en güçlü adayı.
İtalya'nın Kuzey Ligi Partisi'nin lideri Matteo Salvini ise ülkedeki göçmenlerin toplu taşıma araçlarında İtalyanlardan ayrı oturmaları gerektiğini, İtalyan olmayanlar için trenlerde ayrı vagon olması gerektiğini savunuyordu...