“Dindarlık tekeli” bu mahallede en çok baş etmek zorunda
kaldığımız davranışlardan birisi oldu hep. Dinin kendisi tam
tersini emrederken “dini ve dindarlığı tekelinde görmek”; kibir,
nefse itaat, büyüklenme gibi İslam'ın yasakladığı birçok özelliği
içinde barındırıyor. Aslında her şey insanın kendini bilmesinde
toplanıyor. Bir kitapta rastlamıştım: “Nefsini bilen ve aynı
zamanda yüz günahı olan kimseden kaçma, fakat yüz iyiliği olup da
nefsini bilmeyen kimseden kaç!” Mevlana bunu kuru ve yaş dal
benzetmesi ile anlatır. Yaş dal eğri büğrü de olsa zamanı gelince
yeşerir, çiçek açar, meyve verir, fakat kuru dal için böyle bir
ihtimal kalmamıştır. Dini metinler, kendi nefsine tapmanın sayısız
tarifini verirken aslında buna kapılmanın ne kadar kolay olduğunun
da altını ısrarla çizer. Kur'an buna karşı bizi defalarca
uyarır.
Hiç farkına varmadan oluşturduğumuz birçok yargının –dinsiz de
bunlardan birisidir- altında da bu bakış yok mudur? Kendine ait
olduğundan kesinkes emin olduğun en doğru din halkasının dışına
atılmanın işareti binlerce kelime tedavülde dolaşıp duruyor. 'İman'
bir nasipse bu nasibi kendine münhasır görmek de rahatsız edici bir
tutum değil mi?
Kur'an adanmış bir kişilik öngörmez. Kulluk, köle-efendi ilişkisi
değildir. Kendi iradene sahip olarak, attığın her adımda önündeki
seçeneklerin idrakinde yaparsın bu tercihi. Günah işleme, hata
yapma özgürlüğünün sigortasıdır tövbe ve dua.