Ramazanın son günleri ekranlardaki iftar sahur programlarına bir bakayım dedim ve kaçırdığım bir şey olmadığını fark ettim. Bu tür programları yapmaya meslek hayatımın ilk günlerinde Kanal 7’de 1995’te başlamıştım. Bir iki küçük kanal dışında yaygın izlenme ağına sahip kanallar bu işlere pek itibar etmez, bu nedenle de ramazanda kanalımızın izlenme payları hep yüksek olurdu. Bugün ekranda olan birçok hocanın ilk ekran deneyimlerine eşlik etmişimdir. Yaklaşık 17 yıl bu tür programları hazırladım. Her seferinde içine ‘’yeni’’ ne katabiliriz, nasıl daha verimli hale getiririz üzerine çok kafa yorar, sonra da halkın izleme alışkanlıkları doğrultusunda gitmeye karar verir; fakat ardından klasik formata teslim olurdum ya da olurduk...
Aradan geçen bunca yıl içinde durum değişmemiş. Ekranın din anlatan hocaları aynı sorulara muhatap olup aynı cevapları ekranda döndürüp duruyorlar. Değişen nesil, hayatın akışı, hayatımıza giren teknoloji ve “araç mesajın kendisidir’’ bilgisine sahip olarak bu dini anlatıları güncellemek gündemimizin içine dahi giremiyor.
Din nasıl anlatılmalı? Ekranda gösterilen dini içeriklerin izleyicide etkisi ne oluyor? Kimler izliyor? Gençler nerede? Erkekler nerede?.. Bunlar gibi birçok konuyu araştırma ve sonuçlar üzerinde çalışmaya ihtiyacımız var. Araştırılsın ki gelenekten gelen ile yeni olan arasındaki buluşmayı sağlayacak yöntemleri kafamıza göre değil de olması gerektiği şekilde tespit edelim.
Bunu aşağıda çevirisini alıntıladığım makale çerçevesinde de düşünmenizi öneririm. Yoksa gelenek kendi alanında diğeri de kendi yolunda uzayıp gidiyor. Yollarını kesiştirmediğimiz sürece dini doğru anlatmak mümkün olmadığı gibi kafalar karışıp duruyor. Muhafazakâr kesimin fikir üretiminden eser üretimine içinde bulunduğu en büyük çıkmazın da bu olduğuna inanıyorum. Bu nedenle aslında yaptığımızı zannettiğimiz birçok şeyi asli bilgisine ve ruhuna vakıf olmadan gerçekleştiriyoruz. Kendimize göre olmuş gibi görünüyor...
Ekranlarımızdaki din programlarında olduğu gibi...