Kültür meseleleri üzerine yazarken her iş dönüp dolaşıp onun taşıyıcı kolanlarından birisi olan dile geliyor. Yaşadıklarımızı hikâye edemiyoruz, duygularımızı anlatamıyoruz derken de, ayrıştık derken de, karşı tarafı anlayamıyoruz ya da onlar bizi anlayamıyor derken de yine konular hep Türkçeye dayanıyor. Batı merkezli düşünce ve tarih anlatımının vesayetine karşı koymak için de Türkçe hayati bir öneme sahip. Türkçenin zayıflaması bugünün en önemli konuları haline gelen tüm kültür konularının zayıflaması ile yakından alakalı.
Dil değişimi hayata yansırken, hayatın değişimi de dile yansıyor. Türkçenin tarihine dair izleri Göktürk Kitabeleri’nden itibaren görsek de sistemli olarak Türkçeye dair gramer ve kuralları ilk defa 11. yüzyılda Kâşgarlı Mahmud kaleme alıyor. Dîvânu Lugâti’t-Türk’te yazı dilinin dil bilgisi kurallarını ve söz varlığını toplayıp, Türk topluluklarının ağız özelliklerini hem ses hem de söz varlığı bakımından ayrıntılı biçimde ele alıyor.
Bu girişten sonra Türkçenin resmi dil olma hikâyesini biraz aktarmak istiyorum.
13. yüzyılda Karamanlı Mehmet, yapıtlarını Farsça ve Arapça yazan aydınların çoğunlukta bulunduğu Konya’da 1277 yılında...