Elbette herkesin her neslin bir hikayesi var. Ama nesillerin hikayeleri içlerinde yetiştiği şartlarda olgunlaşıyor. Her neslin içinde bulunduğu şartlar onların karakterini, alışkanlıklarını etkiliyor. Bizim kuşağın hikayesi de öyle. Ve bizim kuşağın hikayesi için de 12 Eylül keskin dönüm noktasıdır. Öncesi ve sonrası her birimizin karakterinde bir izdir.
O dönemin normali ve hatta ideali olan ölmeyi ve öldürmeyi göze alan gençler, örgütler ve yapılar artık tarihe karıştı, ancak karakterimizde hayatımızda bıraktığı izler silinmedi. O izler bizleri bugüne getirdi. O izlerden soyutlanarak dünyaya bakmamız mümkün olmadı. O nedenle 12 Eylül bizim kuşaktan her bir kişi için bir milattır.
Dünyayı değiştirmek istiyorduk her birimiz kendi fikrimizce bunun mümkün olduğuna da inanıyorduk. Bizden önceki kuşakların fikriyle olmasa da ruh haliyle olduğu gibi. Zannettik ki biz isteyince değişecek ve en önemlisi bizim istediğimiz dünya için en iyisi…
“Netekim” dünya değişmedi ama biz değiştik, hayallerimizi kalbimize hapsetsek de umudumuzu yitirmedik, hala güzel işlerin peşindeyiz. Ancak her birimiz biliyoruz ki büyük değişimlerin değil ancak küçük değişimlerin öncüsü olabiliriz.
***
12 Eylül’den 38 yıl sonra olanları hatırlarken o dönemin başında ortasında sonuna yetişmiş bizim kuşağın gündemi de, hayalleri de, umutları da bugünden ne kadar çok farklıydı. 12 Eylül olduğunda aralarında 650 bin genç cezaevine girdi. 1 milyon 683 bin kişi fişlenmişti. Bunlardan 49’u idam edilmişti. Ya sosyalizmi getirmek ya da engellemek istiyorlardı. Herkesin kafasındaki devrim ve değişim bambaşkaydı. Kimin devrimine kimin canı heder edilecekti. Hangi acılar kimin için göğüslenecekti? Bir çatı altında onlarca örgütün içinde kime can bağışlanacaktı. Çoğu zaman bunları düşünmeye bile vakit kalmadan hayatlar akıp gitti…