Bize ne oluyor? Kadın cinayetleri bir aşama daha ötesine giderek çocuk cinayetlerine dönüştü. Belli ki hastalıklı karakterler, hastalıklı ilişkiler, hastalıklı aile yapıları tahminlerimizin çok ötesinde. Bunu anlamak için en çok izlenen tv programlarına bakmak bile yeterli.
Müptezelliğin, ar damarı çatlamasının dibine vurmuşluk hali yudum yudum sanki iyi tadından yenilmez bir şeyi ikram edermiş gibi izleyiciye sunuluyor. Sündüre sündüre, detaylarıyla, tanıkları ve kanıtlarıyla… Cinayetten ihanete her türlü kötülük anlatılırken izleyici elbette sadece çekirdek çıtlatmıyor. Bu iğdiş edilmiş hayatların etkisinde de kalıyor. Realty şov izlemek film izlemek gibi değil. Hayatla sizi karşı karşıya bıraktığı gibi kanaatlerinize de yön verir. Bir tür bilinçaltına toplumsal değerleri şırınga eden bir işlev görür. Çünkü filmlerden farklı olarak bu şovlarda her şeyin gerçek olduğunu bilirsiniz. Anlatım dili en vasat algıya göre formatlandığı için de etki alanı geniştir. Toplumu en kötüyle yüzleştiren bu yapımların formülünde ise “en en en düşüklüğün” peşinde olmak yer alır.
Geldiğimiz noktada ihanetlerini, cinayetlerini iştahla anlatan mahalle halkını her gün ekranlarda döndüre döndüre göstermenin sonucu olarak “mahalle” ve “aile” kavramları itibar kaybetti. Aile kurumu; aldatma, kandırma, ihanet, cinayet, dolandırma, tecavüz, şiddet gibi hallerin normalleştiği, sıradanlaştığı mekân olarak ekranda boy gösteriyor. Tüm bu müptezel haller yayınlanabilir hale geldiğinde değerlerimiz de aileye, insana bakışımız da örseleniyor. Kötü emsaller, ahlâksızlığı reklâm eden, ağlayan, zırlayan, yalan söyleyen ağzı laf yapan utanmaz karakterleri ya da mağdurları tanımak bize ne sağlıyor? Bu kötülüğü “aman canım herkes yapıyor” şeklinde normalleştirmiyor mu? Duymayana, bilmeyene de her türlü kötülüğü gösterip öğretmiyor mu?
Bugün iki çocuğu öldürülen anneyi televizyon ekranlarında gördüm. Acıyı adeta otopsi masasına alıp deşerek ve bunu izleyerek ruh sağlığımızı koruyabilir miyiz? Toplum en çok bunları izliyor, açı çeken insanları seyretmekten haz duyuyorsa durum daha da vahim. Zira bir ruh hastalığı olan sadizm, “bir yıkımı seyretmekten zevk almak” şeklinde tanımlanıyor.
Olayın etkisi sadece an ile sınırlı da değil. Bir de çoluk çocuğun geleceğine etkileri var. Meselâ, “Merve’nin babası yoğurtçu Bayram mı?” anonslarıyla verilen gerçek şovu bir arkadaşımdan dinlerken düştüğüm hayret hali, izlerken daha da arttı. Öyle ki burada müptezelliğin reklâmı mağdur için bile prim yapan bir şeymiş gibi sunulmuş. Olayların içindeki yetişkinler bir tarafa, 14 yaşındaki bir genç kızın haysiyetini ayaklar altına alan tablo adeta pornografik bir dille anlatılıyor. Sadece taraflarını ilgilendiren bir durumun, belli ki bir rezillik halinin, sosyal medya hashtagleriyle de desteklenerek Türkiye gündeminde en çok konuşulan konu haline getirilmesinin kayıp ve kazanç hanesine iyi bakmak gerekiyor. Müptezelliğin, ar damarının yırtılmasının adım adım gözler önüne serilerek ezberletilmesi çok izleniyor diye savunulabilir mi?
Bir de bu yayınların öğretici tarafı var. İyiliği değil kötülüğü öğreten yanı! Dün bir arkadaşım anlatıyordu; memlekette gayet mazbut olarak bilinen bir adam karısının elbisesinin yakasına fare zehiri sürerek öldürmüş; gerekçe olarak da genç birisiyle evlenmek istediğini göstermiş! Sohbetin sonunda arkadaşım birçok örneği birleştirerek şöyle bir çıkarımda bulundu: “Sabah programları türü ne olursa olsun cinayet işleme biçimlerinden, tecavüz biçimlerini, kötülük biçimlerini detaylarıyla gözler önüne seriyor. Hem gerçekleştirme hem de gizleme biçimlerinin yol ve yöntemlerini de öğretiyor...”