Sakarya’daki dehşet verici cinayet ve geçen hafta mahallelerde ortaya çıkan olayları değerlendirirken bir iki noktanın üzerinde durmak istiyorum.
Bunların başında kültürel farklara bakış ve buna bağlı olarak ırkçılık ve ayrımcılık içeren söylemler geliyor.
Mültecilerle mahalle kavgalarını sıkça duymaya başladık. Yaşam kültürleri birbirinden farklı iki halk elbette birlikte yaşarken bir uyum sorunu çekecektir. Birisi gece, gürültülü, sokaklara taşarak bir arada yaşamaya alışkın bir halk, diğeri ise tam tersi. Semboller, vücut dilleri, kızgınlık, beğeni ifadeleri bile birbirinden farklı. Farkında olmamız gerekir ki bunlar olağan hayatın akışının bir parçası. Biz de başka halklar tarafından benzer duygularla karşılanıyoruz.
Almanya’ya çalışmaya gidenler anlatırlar; Türklerin oturduğu apartmanlarda çocuk sesi, kapıda ayakkabı yığıntısı, akşam 8’den sonra artan misafir trafiği ve buna bağlı olarak bağırıp çağırarak konuşan bir halkın gürültülü yaşantısı Almanlarda o kadar çok sorun olmuş ki; komşular çareyi polis çağırıp ceza yazdırmakta bulurlarmış. Avrupa’da ziyaret ettiğimiz Türk evlerinde daha gitmeden böylesi uyarılar duyarım. Aman geç oldu gürültü yapmayın, komşular rahatsız olmasın, polis çağırmasın diyenler... İlk Türk göçünün 1950’li yılların sonunda başladığı düşünülürse 60 yıllık bir ortak yaşam deneyiminden ve hala süren önyargılardan söz ediyoruz. Nitekim ortada bir gerçek var ki Avrupa’nın ortasında Türklerin yoğun yaşadığı mahalleler kokusu, gürültüsü, temizliği, nizamı, telaşı, kalabalığıyla hala ayrışıyor.
Elbette her toplumda kültürel farklar yaşam tarzını, kent ve mahalle hayatını etkiler. Aynı ülkenin içinde bile farklı. Mardinli ile Trabzonlunun, Kayserili ile Aydınlının yaşam kültürü bile farklıdır. Bu, temizlik anlayışından sosyal adaba pek çok alanı kapsar.