Merkel’in açıklaması aşağı yukarı şöyle…
“Avrupa Komisyonu’ndan Türkiye’ye üyelik öncesi sağlanan fon aktarımının azaltılmasını istedik, ancak mülteci anlaşması bu kapsamın dışında bırakılıyor…”
Diğer taraftan Tüsiad genel sekreterinin “Türkiye AB yörüngesine çekilmeli” başlıklı açıklaması da geçen haftalarda gazetelerde yer aldı.
İspanya –Katalonya arası krizde ise Avrupa bu sefer ayrılıkçı hareketlere destek vermedi. Tam tersi bir tutumla bunun Avrupa Birliği için tehlike oluşturduğunu söyleyen yorumları paylaşanlar çoğunluktaydı. Alman haber ajansı Deutsche Welle’de yer alan bir haberde Westfälische Nachrichten isimli gazetenin yorumu şöyleydi: “Avrupa Birliği Brexit ile yeterince uğraşıyor, Brüksel’de bir özerk Katalonya eksikti. Ayrılıkçılık Avrupa Birliği’ne zenginlik katmıyor, tam aksine iç barış açısından tehlike oluşturuyor… Akıl ve izana yönelik ümitler geçen günlerde darbe aldı, çünkü ulusal gurur, insanları kör etti. Bu çok üzücü. Ortaya çıkan sonuç ise bilinmezliğe bir yolculuk, İspanya için kapsamı öngörülemeyen bir dayanıklılık sınavı.”
…
Avrupa’da hal böyleyken Türkiye gündeminde Avrupa Birliği hala önemli bir başlık olarak duruyor. Oradan uzaklaşmak demokrasi ve insan haklarından uzaklaşmak, ona yakınlaşmak da demokrasi ve insan haklarına yakınlaşmak gibi algılanıyor. Bugün bu tanı ne kadar gerçeği ifade ediyor? Bu hüküm yoksa geçen yüzyılın dengeleri üzerinden ezberletilen ama bugünün koşullarında karşılığı olmayan bir fikir mi? Soğuk savaş sonrası dengelerle şekillenen bir dünyayı yansıtan bir bakış açısının izdüşümü mü? Sorulması gereken sorunun “AB’den neden uzaklaşıyoruz” yerine bunlar olduğuna inanıyorum.