Toplumsal değişimin keskin olduğu her dönem bir önceki döneme göre bozulma kabul edilir. Teknolojik değişimlerin yıldırım hızıyla hayatımıza girdiği bu çağda ise “bozulma” algısı ise her kesimde çok daha tedirgin edici bir şekilde hissediliyor. Bir iletişim biçiminin ortaya koyduğu değişimi algılayamadan bir diğeri olumlu veya olumsuz etikleriyle birlikte hayatımıza giriyor ve çocuklarımızın eğitiminden, karı-koca ilişkilerine, yüzeysellikten derinliğe hayatımızdaki birçok sorunun sebebi ille de bu iletişim araçlarına bağlanıyor…
Bu girişin sebebi memleketin meseleleriyle dertlenen bir grup üst düzey yönetici hanımlarla yaptığımız bir sohbet oldu. Bir çok dertlendiğimiz konu vardı. Onlarca sorun başlığında konu eğitime, medyaya, medyada yer alan olumsuz örneklere gelip dayanıyor, çözüm olarak da medya yöneticileriyle konuşmak, yapımcılarla konuşmak ya da sponsorlarla konuşmak öneriler arasında yer alıyordu. Belki de sektörün içinden birisi olarak ise benim konuya bakışım çok farklı. Neden olduğunu şöyle izah edeyim.
Bizim şikayet ettiğimiz şeyler aslında medyada yer alan içerikler. Oysa bu içeriklerin karar vericisi tek başına medya yöneticileri değil. Medya içerikleri belirlenirken bizim beğenimiz ya da tepkimiz birinci kriter olarak değerlendirmeye alınıyor. Kitle iletişim araçları söz konusu olduğunda tercihlerde bizim payımız büyük. Bu nedenle medya ayakta kalmak, kendisini sürdürebilmek için bizim ortalamamızın beğenilerine göre yapımlarını oluşturmak zorunda. Haber gibi belgesel gibi programlar dışında izlenmeyen hiçbir yapımın ekranda kalma şansı yok. Durum böyle olunca medya içeriklerinden yakınmak yerine toplumun kendisine bakmak gerekiyor. Bu karşılıklı etkileşim döngüsü içinde hareketle kitle iletişinin araçlarını yapısı gereği toplumdan kopuk bir şey ortaya koyamaz. Koyarsa yaşayamaz. Çünkü; piyasa ekonomisi şartları, arz-talep dengesi, toplumun değişen ihtiyaçları; kısaca toplumun bizzat kendisi, üretilen tüm medya içeriklerinin hem izleyicisi hem de oluşturucusudur.
İkinci itiraz noktam ise ekranda bir medya kanalı vasıtasıyla izlediğimiz her şey bir kurmacadır. Yani biz onu izlerken gerçek olmadığını, bir yönetmenin oluşturduğu bir dünya olduğunu, karakterlerin oyuncu olduğunu, hikayenin bir senarist tarafından yazıldığını biliriz. İzlediğimiz her film ya da dizi gerçek hayattan örnek alınsa da gerçek değildir. Elbette gerçekte de böyle şeyler olabilir diye düşünürüz, etkileniriz, duygulanırız, düşünürüz…. Ama ne izlersek izleyelim bittiğinde biz de kendi hayatımıza döneriz. Olumlu –olumsuz bir şeyler öğreniriz ama etkisi kısa sürer. Çükü bu etki gerçeğin değil kurmacanın etkisidir. Televizyonlar için üretilen “reality show” formatları toplumsal etkiyi artırma amacıyla üretilmiş formatlardır. İzleyiciye hayatın içinden, gerçek kişilerle ulaşmaya çalışır.
İletişim araçlarının toplumdaki değişime olan etkisine odaklandığımızda, her yeni iletişim araç ve biçimine göre eskisi daha az zararlı çıkıyor.
Şimdi an an takip ettiğimiz kişiler var. Herkes bir medya kaynağı. Üstelik bu sefer profesyonel medya kurumunu disiplini, kontrolü olmadan. Hiçbir kısıtlaması olmayan bir çok mesaj veren kaynağı ile karşı karşıyayız. Hele de gençler. Bunların izleyicileri de yine toplum. Kimini beğeniyor kimini beğenmiyor. Ve bence asıl “bozulma “ dediğimiz şey burada daha yoğun yaşanıyor. Çünkü izlediğimiz hayatlar, instagram, youtube karakterleri bizimle paylaştıklarıyla kendilerine bir dünya çizseler de, -mış- gibi yapsalar da gerçek kişiler. Onlarla çok daha kolay özdeşleşebilir, rol model örnek alabiliriz.