Bu yazının başlığı temel bir soru olmanın ötesinde bugünlerde
çıkan bir kitabın ismi. 'Ciddiyetle ve birinci mesele olarak' ele
alınması gereken esaslara dair bizi yeniden ve yeniden düşünmeye
davet ediyor. Tabii ki eğer 21. yüzyılda sağ salim ayakta kalmak
istiyorsak…
Kitabın yazarı Prof. Dr. Ömer Dinçer 2003-2007 yılları arasında
“Kamu Yönetiminin Yeniden Yapılandırılması“ çalışmalarında sorumlu
baş müşavir, Başbakanlık Müsteşarlığı ve sonrasında iki önemli
alanda bakanlık yaptı.
Ak Parti'nin düşmanlaştırıldığı bir dönemde ismi gazete
manşetlerinden düşmedi. Milli Güvenlik Kurullarında hedef
gösterildi. Darbe planlarında gerekçe olarak yer aldı.
Bir başka açıdan ise Türk devletinin çekirdeğini iyi bilen,
demokratik yönetim anlayışının yerleşmesi için de fikri ve çabası
olan bir isim olarak tanındı.
2003-2007 arasında gerçekleşen siyasi olaylara tanıklıklarımızla
her şeyin ortada olduğunu düşünsek de Ömer Dinçer'in içeriden
notları hepimiz açısından tarihi bir kıymet taşıyor.
GERÇEĞİN EVİNE ARKA
KAPIDAN GİRMEK…
Dinçer önsözde şunları söylüyor:
“Bu kitap 2003-2007 yılları arasında yaşanan ve kamu yönetimini
yeniden yapılandırma projesi ekseninde dönen olayları, değişim
sürecini, siyasi çıkarlar içinde, güç mücadelesi yapılırken
ülkemizin geleceğinin nasıl göz ardı edildiğini hikaye ediyor. Ak
Parti iktidarının ülkeyi demokratikleştirme mücadelesinin sadece
bir boyutunu ele alıyor... Özellikle siyasi olaylarda Gabriel
Garcia Marquez'in ifadesiyle 'gerçeğin evine ön kapıdan değil arka
kapıdan girilebiliyor.' Çünkü ön kapı olayların gözlemlendiği ve
sadece fotoğrafının çekilebildiği bir yer. Olaylara ait gerçekler
ise çıplak gözün göremediği yerlerde gerçekleşiyor. İşte bu kitapla
kameraların ve gözlerin göremediği bazı olayları sahne arkasına
çıkarmaya çalıştım.“
Kitap, belge ve tanıklıklar siyaset bilimciler açısından da dikkate
alınmaya değer bilgiler içeriyor. Ve Türkiye'de neden bir “sistem”
değişikliğine gidilmesi gerektiğini de gerekçeleriyle ortaya
koyuyor.
Keşke o zaman bu tartışmalar defansif argümanlarla değil de
rasyonel biçimde yapılabilseydi. Türkiye'nin ihtiyacı olduğuna
inandığım “Yeni Anayasa” ve “Başkanlık sistemi ” tartışmaları da bu
kadar gecikmezdi.
Yine de hiçbir şey için geç sayılmaz. Bu nedenle kitabın birçok
noktada ufuk açıcı olacağına inanıyorum.
Kitabın anlattığı dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Kamu
Yönetimi Temel Kanunu Yasa tasarısı konuşulurken ortaya çıkan
itirazlara cevaben, Genelkurmay Başkanlığı'na hitaben yazdığı “Kamu
Yönetimi Yasa tasarısının mevcut haliyle yasalaşması durumunda dile
getirilen endişelerin giderilmesine ilişkin bilgileri içeren” bir
yazıdan alıntıyla bu konuların öneminin altını tekrar çizmek
istiyorum. “Gelişmiş batılı ülkelerin 1980'li yıllarda
başlattığı idarenin yeniden düzenlenmesi çalışmalarının ülkemizdeki
tarihi 1933 yılına kadar gitmektedir. 1947, 1949 ve 1951 yıllarında
hazırlanan raporlar hükümetlere sunulmuştur. 1963 yılında 'Merkezi
Hükümet Teşkilatı Araştırma Projesi' (MEHTAP) raporu, 1988 yılında
'Kamu Yönetimi Araştırma Projesi' (KAYA) raporu hazırlanmış ise de
hayata geçirilememiştir. Bununla birlikte idarenin yeniden
düzenlenmesine olan ihtiyaç hep gündemde kalmış, kalkınma
planlarında, hükümetlerin ve tüm siyasi partilerin programlarında
öncelikli hedef olarak yer almıştır.