Bayramlaşma için katıldığı bir programda Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, tehlikenin henüz geçmediğini, her an uyanık olmak ve 15 Temmuz ruhunu canlı tutmak gerektiğini, nihai hedefin Türkiye'nin bekası olduğunu söylüyordu. Yani asıl meseleyi Türkiye'nin bölgede kalıcı olması, yok edilme misyonuna karşı direniş olarak belirliyordu.
Konuşmasından anladığım kadarıyla 15 Temmuz'u Türkiye nöbetinde bir başlangıç olarak görüyor ve gelecekteki tuzaklar için bizi uyarıyordu.
Konuşmayı dinlerken; tehlikenin boyutunu, geldiği ve geleceği yerleri önceden bilmemizi sağlayacak soruların hala cevapsız kaldığını düşündüm.
Eğer toplumsal olarak bir uyanıklık halini diri tutacaksak klişe cevapların ötesinde gerçek cevapların peşine düşmeli ve daha çok soru sorulmasına ve konuşulmasına fırsat tanımalıyız. Yoksa en ayaktaymış gibi göründüğümüz zamanda uyutulup gideriz.
…
Bu olayın öncesi ve sonrasıyla etkileri sadece iç yapılanma üzerine değil, Güneydoğu politikasından dış politikaya birçok alanda karşımıza çıkıyor.
Büyük bir planın parçası olan bu çok faktörlü ağ temelde ne istiyordu?
Bu sorunun hala net cevabını alabilmiş değiliz.
Olayların dış sebeplerini bulup onlara kızmak, tasfiye etmek, işin en kolay tarafı. Zor olan, insanın kendi hatalarıyla yüzleşmesi. Bu dönemde siyasetin de kişilerin de bu yüzleşmeyi yapmadıklarını düşünüyorum. Bu yüzleşme olmadan uyanıklık hali de tam olmaz. Şüpheler flu bir zeminde daha çok ürer ve üretilir. Nerede hata yaptım sorusu acımasız bir sorudur. Ancak buna cevap vermeden yol alamayız.