Geçen haftaki iki günlük Alaçatı seyahatimden sonra ilk yazımda, 'Aman dikkat! Nargileciler, kebapçılar, AVM tipi yerler dört bir yanı sarmış, önlem alınmazsa Alaçatı elden gitti gidiyor' demiştim.
Alaçatı ahalisinden binbir sitem geldi: 'Ayşe neden öyle diyorsun, şurada iki ay iş yapıyoruz', 'Ayşe Alaçatı'ya kinin mi var?', 'Ayşe sezon ortasında bu yazı yazılır mı?'
Cevap veriyorum; Bodrum Belediyesi ile ele ele verdim, Alaçatı'yı bitirme kampanyası düzenliyorum... Şimdi rahatladınız mı?
Yahu göz var izan var. Alaçatı'ya benim ne kinim olacak; Alaçatı, Ege'mizin biricik yerlerinden biri. Siz iki ay dükkan, kafe, restoran işletip para kazanacaksınız diye Alaçatı elden mi gitsin? Biz de buna şakşakçılık mı yapalım?
Tekrar söylüyorum; Alaçatı'yı Alaçatı yapan nargilecileri, kebapçıları, bam güm müziklerle sokaklara yayın yapan kulüpleri değildi. Alaçatı'yı sevmemizin ve diğer her yerden ayrıştırmamızın nedeni Alaçatı ruhuydu. Köy kahvesi, yöresel lezzetleri farklı biçimde sunan restoranları, Köşe Kahve'de sakızlı kurabiyenin yanında kahve içerken saatlerce sükunetle oturup kitap okunabilmesi, pazarı, tatlı evleri, sakin mekanları, fonda çalan Latin, caz, Yunan müzikleri eşliğinde şarap içilmesiydi.