Siz hiç sosyal medyada gördüğünüz süslü, denizli, kumlu, emaye
tabaklı, çiçekli fotoğraflara inanmayın. Hiiiç! Gazetelerde
okuduğunuz şurası açıldı, burası patladı, insanlar akın akın
haberlerine bakıp iç çekmeyin. Alaçatı bitti bitiyor, elden gitti
gidiyor, sevgili tatilci okurlar. Acilen birilerinin duruma uyanıp
sahip çıkması, bu güzel sahil kasabasını dönülmez yollardan
kurtarması gerekiyor.
Hadi başa dönüyorum...
Bodrum'u bırakıp iki günlüğüne Çeşme'ye gittim. Eh Çeşme demek, son
yıllarda Alaçatı demek. Geçen yaz çeyrek günlüğüne uğramamı
saymazsak, Alaçatı'ya uzun kalmalı, sokaklarını gezmeli, keyif
yapmalı olarak en son dört-beş yıl önce gitmiştim. Kaba tabirle, o
zamanlar yeni patladığı yıllardı. Herkes Alaçatı'ya gitmek,
Alaçatı'da olmak, sokaklarında yürümek istiyordu.
MASAL GİBİYDİ
Bizim Alaçatı aşkımız 12 yıl önce başlamıştı. Alaçatı Kırevimiz,
Köşe Kahvemiz, Taş Otelimiz, Tuvalimiz... Birkaç butik otel,
bakkalı, köy kahvesi, pazarı, köylülerin dükkanları ile masal
gibiydi.
Alaçatılılar'ın yola çıkışı; burayı özel restoranları, yöresel
lezzetleri, sunumları, servisiyle gastronomi merkezi yapmaktı.
Butik otelleri, evleri, sokakları ile bambaşka, parmakla
gösterilecek bir yer olacaktı.
Ne zaman gazetelerde boy boy yazılmaya başladı, bir gelen bir daha
geldi, ünlüler sokaklarında yürüdü; Alaçatı'nın düşüşü başladı.
İşte şimdi üzülerek söylüyorum ki; Alaçatı'nın o güzelim atmosferi
kaybolmuş. Nargileciler, İstanbul'dan transfer edilmiş kebapçılar,
dükkanlar, markalarla bambaşka bir yere dönmüş.
Bir kere Bodrum'un da, Alaçatı'nın da küçük İstanbul havasına
bürünmesini aklım almıyor. Niçin İstanbul, İstanbul'da kalmıyor?
Biz zaten İstanbul'un kaosundan, yorucu enerjisinden kaçmak için
buralara gelmiyor muyuz? Bunlar hep rantçılık, hep durumdan
nemalanma hastalığı, hep 100 metre koşuculuğu. Ve bence biz
memleketimizi sevmiyoruz; biz parayı seviyoruz, biz cebimizi
doldurma derdindeyiz.