Tatlı, kalabalık, sanat dolu, hayat dolu, yeni, modern, eğlenceli... Mini mini kafeler, farklı mönülere sahip restoranlar, üçüncü nesil kahveciler, sergiler, ev yapımı burgerciler, meyhaneler, pastacılar, konser mekanları, canlı müzik barları, kitapçılar (lar'ı kalmayacak gibi ama), antikacılar, mağazalar, organikçiler, tiyatrolar; ne ararsan var...
Üstelik güzel insanlar dolanıyor sokaklarında...
Hani para saçan, 'Ben kimim biliyor musun?' dalgasında sörf yapanlardan değil.
Okuyan, araştıran, kendine özgü yaşam biçimleri olan, zevk sahibi insanlar... Çoğunlukla sanatçılar, öğrenciler, oyuncular, müzisyenler, akademisyenler...
Şimdi buradan bakınca tablo, 'aman da ne güzel'. Ama değil... Bir zamanlar Beyoğlu da böyleydi... Hele ki Asmalımescit tarafı.
Bayılıyorduk gitmeye, gezmeye, kafelerinde oturmaya, sokaklarında yürümeye... Biz öyle bayılırken bayılırken, bir anda bambaşka bir yere dönüştü Beyoğlu. Fark etmedik, görmedik, dikkat etmedik... Şimdi sokaklarına girmeye, gezmeye korkarsın. Zaten gitsen de aynı atmosferi bulamazsın.
Bana sorarsanız Kadıköy de bu loş ve nahoş yolda ilerlemekte. Misal, Moda'nın mahalle havası korunamıyor; duyan kalkıp geliyor. Eh, her duyup gelen de o semte uymuyor, uyumlanamıyor.
Kiralar artmış, parayı basan mekanları alır olmuş. Ama olmaaaaz! Gidişat böyle oldu mu, medya da 'Okurlar Kadıköy'e gidin, her şey pek güzel' gazını verdi mi, bizim buralarda iyi olmaaaz! Çünkü bizde koruma, kollama, güzelleştirme ve kalıcı hale getirme değil akbaba gibi tepesine üşüşüp, yiyip tüketme, yok etme sistemi mevcuttur.
Alın size Alaçatı'nın son durumu. Hep beraber gördük bu yaz nargilecilerle, kebapçılarla, uçuk fiyatlarla, darbukalarla ne hale geldiğini...
Yani benim endişem şudur ki, aman Kadıköy'ün sonu da diğerlerine benzemesin.