Ve zalim ve acımasız ve kalpsiz ve vicdansız...
Kimseden umudumu kaybetmek istemem oysa.
Bir gün iyilerin kazanacağına inanmayı tüm kalbimle dilerim oysa.
Ve fakat 'Bu kadar da olamaz', 'Yok canım', 'Kimse böylesine
kötülüğe bürünemez' dedikçe bir kez daha görüyorum ki, kötülük
ağlarını atmış, avlarının peşine düşmüş ve hiç geri adım atası
yok.
Olayların fenalığından daha da beteri, daha da can yakanı, daha da
yaralayanı ve çaresiz hissettireni de bu zaten.
Sosyal medyayı başımıza taç ettik edeli kendi küçük dünyalarımızın
camları kırıldı, ortaya bambaşka bir hal çıktı; başkalarının
acısından, mutsuzluğundan, düşüşünden, kederinden, hüznünden,
başarısızlığından haz alma hali.
Artık nasıl bir mutsuzluksa bu, nasıl bir empati yoksunluğu, ne
model bir kafa yapısıysa; kaybedenin üstünde tepinme yarışına
girenlerin arasında kalakaldık. Tekmeledikçe rahatlıyorlar,
dövdükçe, ezdikçe kendi kokuşmuş hayatlarını temize çekiyorlar
sanki.
Onların hayat biçimine uymayanlar, inançlarını taşımayanlar, onlar
gibi giyinmeyenler, onlar gibi konuşmayanlar, onlar gibi
olmayanların topu, her ne olursa olsun yeter ki kahrolsun,
sürünsün, bitsin, canları çıksın, ölsün, gebersin!
Leş gibi bir ahlak bekçiliği, buz gibi bir kararı hep idama
bağlanan mobil yargı sistemi bu. Diyor ki; sen benden farklı
yaşayamazsın, sen benden farklı davranamazsın. Ya benim gibisin ya
da cehennemlik.
Diyor yani, diyebiliyor işte öylesine iddialı bu müthiş
zavallılar.
Hani insanın en kötüsü bile ölüm söz konusu olunca bir saniyeliğine
bile olsa adam olur ya, gördüğünüz üzere ölüm bile durduramıyor
onları. Ve bu artarak yayılan ayrımcılık, ırkçılık, 'Allah belanı
versin'cilik çok korkutuyor beni, kurutuyor.
Bütün bu diller, haller, çekilen bıçaklar bildiğimiz, öğrendiğimiz
hiçbir değere uymuyor.
İnsanın içi kanıyor.
En acayibi de; bu namus/ ahlak bekçileri birilerine 'Oh olsun!'
çekerken, kendilerine 'Yahu ben nasıl bir insanım a...