Geçenlerde oturuyoruz. İnsanlar hizmet aldıkları kurumlardan “nasıl hizmet alamadıklarını” anlatıyorlar. Hizmet sektörünün aslen nasıl bir soygun mantığı üzerine kurulduğundan söz açıyorlar. Herkes özellikle iletişim sektörünün hizmet mantalitesini eleştirirken uyanık, usturuplu, tüketici düşmanı, kurum dostu bir hırsızın faturalara bindirmek için nasıl da marifetli bir şekilde cebimize kenelendiğinde mutabakata vardı. Bu kenenin bir telefon, bir modem veya sevimli bir aparat şeklinde kamufle edilmiş olanlarından söz açıldı. Hukuki mücadelenin gideri, alacağı zaman bir yana uğraşıyorken yaşattığı ruhsal çöküntü, moral bozukluğunun göze alınamayışı da konuya eklendi. Konuşmalar içinde sivil tüketici muhabbetinin zirvesi sayılabilecek en dikkat çekici ana fikir ilginçti. Ülkemizde bu konuda da erdemli bir tutumun mağdur edildiği, sorunsuz bir birey olmanın yine iyi sonuçlar vermediği mesela bir tüketici olarak, aslen tutarına zorunlu olarak razı olunmuş faturaların tam zamanında ve dikkatle ödendiği halde, hizmetin zamanında ve tam alınamadığı, şikayetlerin atarlı olunmadığı sürece hızla dikkate alınmadığı konusu yeniden gündem aldı. Ülkemizde, özellikle şikâyet bildirimlerinde nazik ve erdemli bir konuşma üslubunun hiçbir şekilde kâr etmediği, nasılsa dikkate alınmayacağı ve herhangi bir kuruma ilettiğiniz şikâyetin karşılığında sorununuzun asla kolay kolay çözülmediği görüldüğünden kesinlikle, acilen atarlı bir üsluba geçilmesinin çok doğru ve yerinde olduğu herkesçe onaylandı ve vurgulandı. Kısaca adı, sanı, reklamı, yaygarasıyla başımızı şişiren, kırık kopuk ve soyarak ta olsa verdiği hizmeti almaya mecbur olduğumuz bu kurum/ların devletimize rağmen öz evlat şımarıklığı, bizi/tüketici halkı üvey belleyip basınması ve en alt hizmete karşı hunharca aldıkları fahiş ödemelerin karşısında hiçbir hak iddia edemeyeceğimiz, hakkımızı aramaya kalkıştığımızda ise daha fazla yorulacağımıza hepimiz yeniden ve bilmem kaçıncı defa kanaat getirdik. Nitekim yaklaşık yedi...