Havalimanına ulaşmaya çalışırken on bin basamaklı merdivene tırmanmaya "durdum" malûm. Bir tırmanış esnasında kırklarında bir adamı, sırtında; orasına burasına bin bir marka etiket yapıştırılarak süslenme gayretine girilmiş, hatta bu gayretten bitap düşürülmüş bir çanta ile görünce zihnim çıkış ile düşüş arasında çok hızlı/iki üç koşu indi çıktı haliyle... Merdiven çıkıyordu, biz duruyorduk. Yani biz de çıkıyorduk tamam. Fakat durduğumuz yerde...
Bir terslik vardı.
Tıpkı dini motifli, nakle atıflı, ağdalı vaazlarla; Miraç hadisesini anarken, ahlaki düşüşlerimize, ilkesizliğin dibinde sürünmelerimize umut vadeden bir değişim, bir çıkış kapısı sunmayışımıza benziyordu. (Buraya nasıl atladım bilmiyorum. Malum zihin uzun tahta bacaklı veya kanatlı yeleli bi şey… Fakat her merdivende miraç, her çıkışta hakikaten yükselip yükselmediğimiz aklıma gelir.) Süründüğümüzü unutturan, dibe çöktüğümüze dair ciddi hafıza kaybı yaşatan bir ilaç almış gibi oluyorduk, yüksek yaşamış ve yükseklere göçmüşlerimizin hatıralarına bakarken…
Bugünün günah keçisi yürüyen merdiven. Veya yakın zamanlarda meşhur olmuş asansör de olabilir.
Evvela asansörle mi başladı bizim “yükselirken düşme alışkanlığı”mız, dedim içimden. Düşme diyorum, çünkü biz yükselmeyi yalnızca maddi açıdan tanımlamaya başladığımızda yere çakıldık ilkin...
Eski kafalılığım ile yepyeni ve afallayacağım kadar uzak görüler arasında bir yerde salıncak kurduğu vakidir zihniyetimin. Şimdi bu asansör hakkında söylediklerim ve birazdan yürüyen merdivene dair söyleyeceklerim, şahsımın bilime, bilimin en iyi çevirdiği filmlerden biri olan teknolojik gelişmeye karşı çıktığımı düşündürebilir. Şimdiden söylüyorum; bu su i zan.
Burada yaşam pratiğinde en fena şekillerde yenildiğimizi iyi bildiğimiz halde, en azından dilde, kalemde karşısında durup sorguladığımız şey; herhangi bir bilimsel, teknolojik gelişmenin özellikle iyi yanlarını almakta ve onun bizde bıraktığı maddi kolaylık kaynaklı memnuniyet kadar, bu kolaycılık ve zahmetsizliğin yine bizde bıraktığı ruhi eksilmeler, yozlaşmalara karşı tedbir ve temkinde ne kadar tetikte, ne kadar mahir olup olmadığımızdır. Tıpkı yürüyen merdivenden aldığımız çıkıyor gibiyken düştüğümüz gerçeği, bir yandan sözüm bana(ona değil) gelişiyor, ilerliyorken diğer yandan nasıl yerimizde bile sayamadığımız gerçeğini düşündürüyor. Bir yan; maddi yanımız, diğer yan da ruhi, ahlaki yanımız. Diyorum ki; bizzat üretmediğimiz veya yerlileştiremediğimiz bilim ve teknoloji ruhumuza veresiye yazdırıyor. Defter bitti. Artık ilkelerimizi, iyi geleneklerimizi, emeğimizi, zamanımızı yani bizi çalıyor. Bizden…