Günlerdir Osman Kavala üzerinden yapılan tartışmaları izlerken, hazırlanan iddianameyi, savcılık mütalaasını okurken, son 20 yılın özeti geçti gözlerimin önünden. İki yüzlü “aydın”, ABD’den, Batı’dan özgürlük ve destek bekleyen “aydın” üzerine bir kez daha düşündüm.
Kavala’ya verilen ağırlaştırılmış müebbetin de Taksim Dayanışması üyelerinin tutuklanmasının da kabul edilemez olduğunu ilk yazanlardanım!
Hukuk garabetini, çelişkileri, ekranda da köşemde de söyledim, yazdım.
Ancak…
Çağlayan Adliyesi önünde “hukuk” diye bağıran “bazılarının”, Ergenekon, Balyoz, OdaTV, casusluk, şike, 28 Şubat kumpaslarında “nerede” olduğunu hatırladım.
Ancak… Soros’la hareket etmek, ABD Büyükelçiliği’nden destek beklemek “suç” değil! Hukukta tanımı da yok!
Örneğin...
Gezi eylemlerini, Washington-Brüksel merkezli bir eyleme dönüştürmek isteyenlerle, elinde Türk Bayrağı, Atatürk posteri taşıyan ve “bağımsızlık” diyenler sadece ve sadece “iki çizgi mücadelesini” anlatır! Yine suç yok! Hukukta tanımı da yok…
14 yıl önceye dönelim.
Silivri bildirilerinin kavgası
İLK BİLDİRİ…
Tarih 13 Ağustos 2008…
Aralarında akademisyen, hukukçu, sanatçı ve gazetecilerin bulunduğu 300 kişi, Ergenekon davasının karartılmaması, tersine derinleştirilmesi isteğiyle bir bildiri yayımladı: “Ergenekon iddianamesi ahtapotun kollarından birini yakalamıştır. Ancak, diğer kollara ve gövdeye ulaşmakta kendini sınırlamış kaygısı uyandırmaktadır. Türkiye demokrasi güçlerinin, karşılarında bir siyasal kanadın değil devlet içine yuvalanmış çetelerin ve darbeci zihniyetin bulunduğunun bilinciyle Ergenekon davasının derinleşmesi ve öze varması için ortak mücadele vermeleri gereğine inanıyoruz.”